Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Muhammed Mustafa SAV

‘Ey Sevgili!.. En Sevgili...’

Dr. Mehmet GÜNEŞ

30.4.2004

Mehmet Güneş

- Peygamber Efendimiz’in (sas) doğum yıldönümü haftası anısına-

Câhiliye Devri’ndeki karanlıkların bağrına güneş olup doğduğun gibi gel... Gel, Ey “Âlemlere Rahmet” Olan Resûller Resûlü!..

Günah prizmalarında kırılan îmanın zayıflayan ışığını, gurûbu olmayan İslâm Güneşi’yle yeniden nurlandırmak için gel...

Gel, Ey Gül Mushaflı Sevdâmızın Sembolü!..

Küfrün katran siyahı gecelerinde yolunu şaşıran, inançsızlığın karanlık dehlizlerinde kendini kaybeden, madde ve mânâ boyutuyla hazin bir meçhûlün kucağına düşen insanlığın ufkunu aydınlatacak olan sonsuz nûrun yeniden gönül semâlarımızda tulû etmesi için gel...

Gel, Ey Kâinatın Solmayan Gülü!..

Rahmet yağmurlarından mahrum kalarak kuruyan, kıraç topraklar misâli şerha şerha yarılan ruh dünyamızı yeniden yeşertmek için gel...

Gel, Ey “Sonsuz Nûr” olan Gönüller Hünkârı!..

Nefsinin kölesi olmaktan yorgun düşen insanları kulluk şerefine yeniden eriştirmek; yanlış vâdilerde dolaşan aklı, îman ile aslî mecrasına yeniden döndürmek, fıtratın sesiyle aklın nûrunu yeniden imtizaç ettirmek için gel...

Gel, Ey Kutlu Emânetin “Emîn” Mîmarı!..

Mânâ ile maddeye yaklaşamadığından dolayı, maddenin sığ sularında boğulmaya mahkûm olan beşeriyeti, güzel ahlâkın kemâline erdirmek için gel..

Gel, Ey Varlığın En Büyük Îtibârı!..

Senin vârislerinin ikâmet ettiği yerler tenhalaştı... Binbir türlü ziynetlerle beslenmiş, haramzâde ipeklerle süslenmiş, yalan rüzgârlarına yaslanmış Ebu Cehil’lerin diyarı yine kalabalıktan geçilmiyor... Her geçen gün artan yalnızlığımızı ortadan kaldırmak, hicranlarımızı mutlu bir vuslata erdirmek, düşünce dünyamızı sevgi, kardeşlik, muhabbet ve hoşgörü iklimine döndürmek, nefretin, şiddetin ve zulmetin ateşini söndürmek için gel...

Gel, Ey İnsanlığın Mutluluk Bestesi!..

“Kardeşlerime selâm olsun” dediğin, bizlere “kardeşlerin” olma gibi dünyâ ve âhiretteki en büyük pâyelerden birini verdiğin 21. yüzyıldaki ümmetinin; derdine derman, kurtuluşuna ferman olmak, mazlumların âhını dindirmek için gel...

Gel, Ey Hayatın En Güzel Güftesi!..

Sensiz geçen günlerimiz hep karanlık, hep kasvet, hep huzursuzluk, hep gurbet oldu bize... Sana, senin tebliğ ettiklerine, temsil ettiklerine, telkin ettiklerine ve teşvik ettiklerine yeniden kavuşmamız, huzura, sükûna, saadete, adalete, mutluluğa gerçek mânâsıyla yeniden vâsıl olmamız, vahyin aydınlığında yeniden kendimizi bulmamız için gel...

Gel, Ey Yaratılmışların En Yücesi!..

Hâl-i pür melâlimizin; bize işâret buyurduğun “sırât-ı müstakim”in aydınlık ikliminden rücû etmemizin bir neticesi olduğunu biliyoruz artık... Zirâ, getirdiğin hakikâtlerden uzaklaştığımız için zelîl olduk... Sensiz geçen yıllarda öksüz kaldık, yetim kaldık... Divâneye döndük... Sensizlik harap etti bizi, Sensizlikte kaybettik kendimizi... Gündüzlerimiz şafağa hasret geceye mümâsil bir zaman oldu... Sensizlikte, gönlümüz hazin bir hicranla doldu... Sensizken bütün insanlık perişan oldu... Hicrânımızı vuslata döndürmek, kesreti vahdete erdirmek için gel...

Gel, Ey “Hâtemü’l Enbiyâ” Tâcının Sahibi!..

Cahiliyet câha erdi... Nemrutlar dünyamıza temsilciler gönderdi... Şeytan, yine nefsin önüne mükellef sofralar serdi... İnsanlar, hâkimiyeti Tâgut’ların eline verdi... Yalan karşısında eğilen bedenlerimiz yüzünden hakikâte doğru bakamaz olduk... Âdetlerimizi ibâdet, ibâdetlerimizi âdet hâline getirdik... Ticâreti ibâdet olarak görmedik, ibâdetlerimizi ticâret metâı yaptık... İnandığı gibi yaşamanın iddiasında bulunduk, ama ne yazık ki ifâsını yapamadık... Yaşatmak için yaşayamadık... “Kardeşlerin” olarak îmanlı yaşamayı, îmanı yaşatmayı hayata geçirmede hep âciz kaldık... Gel, “Ey Sevgili... En Sevgili...” “Îmânı elinde bir kor olarak taşıyan” ümmetin olarak artık çok bunaldık...

Gel, Ey Hakk’ın Habîbi!..

Yeniden İslâm’da diriliş muştusunu bütün benliğimize duyurmak, yeniden kalbimizi, rûhumuzu ve gönlümüzü nûrânî güzelliklerle doyurmak için gel...

Gel, Ey Devâsız Dertlerin Tabîbi!..

Senin adını andığımız zaman, gönlümüze hep gül kokusu doluyor... Seninle dünyamıza sönmeyen bir güneş doğuyor... Sensizken gündüzlerimiz hep gece oluyor... Gecelerimizden hicret ediyor hilâl, yıldızlar ışık vermiyor âsumana... Zifirî bir karanlık hükmediyor, zamana ve mekâna... Bizleri “Gül Devri”ne erdirmek, nûrunla sevindirmek ve onulmaz gönül yaralarımızın sızısını dindirmek için gel...

Gel, Ey Nebîler Nebîsi!..

Tevhid bayrağını kalbimizin hâfî tepelerindeki en yüksek burçlara çekmek; îmânın âsûde gölgesinde yer almayı en büyük nîmet bilen bu garip ümmete de; kedersiz sevinçlerden, elemsiz lezzetlerden ve sınırsız saadetlerden nûrânî güzellikler bahşetmek için gel...

Gel, Ey İlâhî Aşkın Mürebbîsi!..

Bizler “kardeşlerin” olabilme aşkını ve cehdini kaybettik asırlardan beri... İhtilâfın rahmet ölçüsünün, samimiyet şartına bağlı olduğunu unuttuğumuz için birbirimize düştük yıllar yılı... Bize bıraktığın emânetlerden ne hazindir ki yüz çevirdik... Kaybettiğimiz kardeşlik şuuruna yeniden ermemiz, o muhteşem güzelliklere yeniden kavuşmamız için gel...

Gel, Ey Vefânın Zirvesi!..

Biz anlatmaktan âciziz derdimizi... Her zaman olduğu gibi, yine Sen anla bizi... Senden başkası bilemez hâlimizi...

Gel, Ey “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen” Ahlâk Âbidesi!..

Gönül dünyamıza hükümran olan, gereksiz maksutları, beşerî mahbûbları, geçici matlupları değiştirerek, hayat gâyemizin idrâki içinde bizleri Hakk’a kul edip, yaptığımız yanlışlıkları bütün neticeleriyle birlikte ortadan kaldırmak için gel...

Gel, Ey Çâresizlerin Çâresi!..

Asra saadet yaşatmış, zamanı “Asr-ı Saadet” yapmış “Kâinatın İftihar Tablosu”... Bizlere de sonsuz saadetler bahşet... Beşeriyete insanlığını kazandırmak için tebliğ ettiğin İlâhi vahyi yeniden hayatımıza hâkim kıl... Yeniden kendine gelsin nisyana terk ettiğimiz akıl... Hüzün ikliminden huzur diyârına yelken açsın, artık bu son fasıl...

Gel, Ey Kimsesizlerin Kimsesi!..

“Sana muhtacız... Sana en fazla muhtacız... En fazla Sana muhtacız...” Gönüllerimize taht kur... Lûtfeyleyip, kalbimizin en mûtenâ köşesine otur... Gel, Ey Sevgili, gel ne olur...

“Gel, Ey Muhammed, bahardır...

Dudaklar ardında saklı

Âminlerimiz vardır!..

Hacdan döner gibi gel;

Mi’rac’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır...”

Gel, “Ey Sevgili... En Sevgili...”

Şefkat ve şefaat eyleyip gel ki, Senin mübârek izinden uzaklaştığımız ve Senden uzak kaldığımız o gurbet asırlarındaki bitmeyen hüznümüz nihâyet bulsun, aldığımız nefesin yeniden bir anlamı olsun ve gönlümüz ebediyen “Gül” kokusuyla dolsun...

Gel, Ey Efendiler Efendisi!..

Bizlere “kardeşlerin” olabilme şerefini yeniden bahşet... Bizlere kul olmanın, Müslüman olmanın, insan olmanın güzelliklerini yeniden öğret...

Gel, Ey İnsanlığın Müjdecisi!..

Yardım eyle şu kimsesiz beşeriyete... Sahip ol şu mazlum ümmete... İmdat eyle bu aziz millete...

Gel, Ey Sevgililer Sevgilisi!..

Onbeş asır önce dünyaya doğduğun gibi yeniden doğ kalbimize... Yeniden hayat bahşeyle gönüllerimize... Yeniden derman ol derdimize, -lâyık olmasak da- şefâat eyle bize...

“Kutlu Doğum”un 1433. yılında Aleyhisselâtı Vesselâm Efendimiz’e salât ü selâm ediyor ve hatm-i kelâm olarak: “Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resûlallah, Cemâlinle ferahnâk et ki yandım Yâ Resûlallah...” diyoruz...