Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Hılful Fudul

HZ. PEYGAMBER’İN

ZULMÜ ENGELLEME AMAÇLI

HILFU’L-FUDÛL’A KATILIŞI

Prof. Dr. Mithat Eser

Bu dünyada huzurlu bir yaşam sürmeleri insanların temel hedefleridir. Bu hedefe giden yolda en büyük engel zulüm olmuştur. İnsana dünyayı dar eden zulmün engellenmesi ve adaletin sağlanması, her dinin ve beşeri ideolojinin temel hedeflerinden biri olmuştur. İnsan merkezli hiçbir düşünce, insanı insan olma özelliklerinden mahrum bırakacak olan zulmü tasvip etmemiştir, edemez de.

İnsanın iki cihan saadetini gerçekleştirme gayesi olan İslam’ın, adaleti tesis etme ve zulmü engelleme konusuna ayrı bir önem vermesi, iyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı bir müessese haline getirme isteği kaçınılmazdır. Kuran-ı Kerim’deki adalet ve zulümle ilgili yüzlerce ayet[1] bunun en bariz göstergesidir. Medine Vesikası, Veda Hutbesi vb. konuyla ilgili mühim örnekleri teşkil etmiş ve bu açıdan incelenmiştir.[2] Getirdiği prensipleri bizzat hayatında yaşayan Hz. Peygamber, bu konuda da fiili önderlik yapmış ve gençlik yıllarında zulmü engelleyip adaleti gerçekleştirme amaçlı Hılfu’l-Fudûl’a katılmıştır. Daha da önemlisi bu sözleşmeyi İslami dönemde de önemsemiş ve benzeri bir antlaşmaya her zaman için katılabileceğini ifade etmiştir.[3]

Biz Hılfu’l-Fudûl’a katılan genç Muhammed’le, Medine İslam Devleti’nin başkanı olarak birçok antlaşmaya imza atan, zulmün kaldırılmasını önemli bir ilke olarak benimseyen İslam Dini‘nin Elçisi Peygamber Hz. Muhammed arasında birtakım bağların var olduğunu düşünmekteyiz. Bizce Medine Vesikası’nda Hılfu’l-Fudûl’un izlerini bulmak mümkündür. Bu sebeple Hz. Peygamber’in hayatının daha iyi anlaşılmasında, Hılfu’l-Fudûl’un etkilerini düşünmek önemli bir meseledir.

Zulmü engelleme amacıyla yapılan Hılfu’l-Fudûl’un bu fonksiyonundan dolayı olacak ki Hz. Peygamber İslami dönemde de, bu sözleşmeyi övmüş daha da önemlisi benzeri bir akde katılabileceğini söylemiştir. Bizce bu, insanlığın yüz yıldan beri yakalamaya çalıştığı fakat bir türlü beceremediği bir olgudur: "Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana." Bu bağlamda, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi teoriden öteye gidememiştir. O halde insanlık bugün, fiili olarak faaliyetleri görülen 1400 sene önceki Hılfu’l-Fudûl’a muhtaçtır. Bu yönüyle Hılfu’l-Fudûl’u incelemek ve ondan günümüze dersler çıkarmak sadece müslümanlar için değil, diğer insanlar için de önem arz etmektedir.

Bu derece mühim bir fonksiyon işleyebilecek olan Hılfu’l-Fudûl’u tarih sayfalarına kitlemek, "Hz. Peygamber şu yaşlarda Hılfu’l-Fudûl’a katıldı." deyip konuyu kapatmak, Hz. Peygamber ve bu sözleşmeye haksızlığın ötesinde insanlığın zararına olacaktır. Fakat üzülerek ifade edelim ki, biz bu çalışmamız esnasında, Hılfu’l-Fudûl’la ilgili Türkiye’de bir yüksek lisans veya seminer çalışmasına dahi rastlayamadık. Bununla birlikte bu çalışma bir makale olduğu için Hılfu’l-Fudûl’u farklı yönleriyle incelemeye müsait değildir. Bizim çalışmamız bu konuda bir adım mesabesindedir. İbn Nedim’in bize verdiği bilgiye göre, Hişam b. Muhammed el-Kelbi’nin (204/819) Kitabu Hılfu’l-Fudûl ve Kıssatü’l-Gazâl adlı bir eseri mevcuttur fakat bugün bu çalışma elimizde mevcut değildir.[4] Gerçi bu çalışma birkaç sayfalık bir risale olabilir ama her şeye rağmen bu eserde konuyla ilgili farklı bilgilerin olması muhtemeldir. İbn Habib’in (245/859) söz konusu çalışmadan bize farklı bilgiler aktarması onun, orijinal bilgilere sahip olduğunun delilidir.[5]

LUĞAVÎ AÇIDAN HILFU’L-FUDÛL

Hılf bir kavim arasındaki ahittir. Hılfın aslı, insanların birbirlerinden aldıkları yemindir. Sonra her yemin bununla tabir olunmuştur. Hılf ve half şekliyle ikisi de sahihtir.[6] Bazı kimselerin arasında akdedilen ahd ve peymana hılf denir. "Beynehüm Hılfun"(Aralarında hılf vardır.) sözü ahd ve samimiyet üzere olan dostluğa ve sadakate denir. Çoğulu "Ehlaf" tır.[7] Nitekim bir hadis-i şerifte Enes (ra) şöyle demektedir, "Hz. Peygamber (SAV) evimizde Kureyş ile Ensar arasında hılf yaptı."[8] Yani aralarında kardeşlik tesis etti ve antlaşma yaptı. Bir başka hadiste de "İslam’da hılf yoktur. Cahiliyede olan herhangi bir hılfın İslam ancak devamında rol oynamıştır."[9] buyurulmaktadır. İbnu’l-Esir (630/1233) bu rivayetler hakkında şunları söylemektedir. "Hılfın aslı birbirini destekleme, yardımlaşma ve ittifak üzerine yapılan ahitleşme ve akitleşmedir. Cahiliyedeki kabileler arasındaki savaş ve fitne adına yapılan hılftan dolayı Rasulullah (SAV) bu sözüyle bunu yasaklamıştır. Cahiliyedeki Hılfu’l-Mutayyebin vb. mazluma yardım etmek ve sıla-i rahim yapmak üzere olan hılf ise, Rasulullah’ın hakkında "İslam’ın devamında rol oynadığını"söylediği hılftır. Bununla Rasulullah, hayır ve hakka yardım üzere olan hılfı kasdetmiştir. Böylelikle iki hadis cem edilmiş olmaktadır. Bu tür İslam’ın gerektirdiği hılftır. Memnu olan ise, İslam’ın hükmüne aykırı olandır."[10]

Fadl ise, eksiklik ve nakısanın zıddı, bir şeyden geri kalan, artık, sebebi olmaksızın ilk önce yapılan iyilik gibi anlamlara gelir. Cemisi "fudûl"dur.[11] Fadl, "ala" harf-i ceri ile bir şeye olan üstünlük, öncelik, iyilik, lütuf, ihsan, kibarlık ve nezaket anlamlarına gelir.[12] Fadl aynı zamanda Sa’d-Suûd gibi Fadl-Fudûl şeklinde bir özel ismin cemisi de olabilir.[13]

Bütün bunlara göre Hılfu’l-Fudûl kelime olarak, Fadl’ların Sözleşmesi (Fadl isminin manasından hareketle Erdemliler Sözleşmesi) İyiliklerin/Üstünlüklerin Sözleşmesi veya Haklar Sözleşmesi anlamlarına gelmektedir.

CAHİLİYE DÖNEMİNDEKİ BAZI HILFLAR

Zebidi’nin dediği gibi Arapların cahiliye devrine ait eyyamı tetkik edilirse, Beni Esed’le-Beni Tay, Fezare-Ezd kabileleri arasında olduğu gibi birçok halifler görülür.[14] Cahiliyede hılflar fert-kabile, fert-fert ve kabile-kabile arasında olmakta idi.[15] Biz burada İslami döneme yakınlığından ve Kusay b. Kilab’ın oğulları arasında gerçekleştiğinden dolayı Hılfu’l-Mutayyebin ve Hılfu’l-Ahlâf’tan kısaca bahsetmek istiyoruz. "Kusay b. Kilab ölünce Abdu Menaf, Abdüd-dar’dan hicabe, liva, sikaye, rifade görevlerinin kendilerine verilmesini istedi. Esed, Haris, Zühre, Teym ile Abdu Menaf oğulları bu uğurda yardımlaşma amaçlı, Hılfu’l-Mutayyebin’i gerçekleştirdiler. Bunlara Mutayyebin denme sebebi, sözleşme esnasında ellerini koku bulunan bir kaba sokup, sonra da Kâbe’yi mesh ederek yemin etmeleridir. Bu hılfa karşılık Sehm, Mahzum, Adiy ile Abdud-dar oğulları da Hılfu’l-Ahlâf’ı gerçekleştirdiler. Bu şekilde bir hizipleşme devam ederken İslam geldi."[16] Hatta Rasululah ile Ebubekir’in Mutayyebin’den, Ömer’in Ahlâf’tan olduğu da rivayet edilmektedir.[17]

Burada Hılfu’l-Mutayyebin ile ilgili şu rivayeti ele almamız gerekmektedir: Rasulullah (SAV), Abdurrahman bin Avf’tan (İbn Kesir’deki başka tarikte Cübeyr bin Mutım’dan) gelen rivayete göre şöyle demiştir: "Çocukken, amcalarımla Hılfu’l-Mutayyebin’e katıldım. Kızıl tüylü develer benim olsa bile onu bozmayı istemem."[18] Beyhaki (458/1066) aynı sözün Ebu Hureyre’ye ait olan bir tarikini verdikten sonra bu rivayetteki "Mutayyebin; Haşim, Ümeyye, Zühre ve Mahzum’dur." sözünün müdrec olduğunu, Hz. Peygamber’in Hılfu’l-Mutayyebin’e yetişmemesi sebebiyle kimi siyercilerin bunun, Hılfu'l-Fudûl olduğunu söylediklerini ifade eder.[19] İbn Kesir de (774/1373) "Hz. Peygamber’in Hılfu’l-Mutayyebin’e katılmadığında hiçbir şüphe yoktur." demektedir.[20] Çağdaş bir İslam Tarihçisi olan Mehdi Rızkullah, İbnu’l-Esir’in (630/1233) bu konuda şöyle bir cem’e gittiğini nakletmektedir: "Hılfu’l-Mutayyebin Rasulullah hayatında yenilenmiş ve başka bir isim olan Hılfu'l-Fudûl ismiyle maruf olmuştur."[21] Doğrusu Hılfu’l-Mutayyebin’in akdediliş amacı ile Hılfu’l-Fudûl’un akdediliş amacı çok farklıdır. Bu açıdan bu yoruma katılmak mümkün değildir. Bizce söz konusu rivayet ya Hz. Peygamber’in amcalarının Hılfu’l-Mutayyebin’e üye olduğunu anlatmak istemiş fakat raviler iki farklı rivayeti tek bir rivayet gibi nakletmiş ya da ravi doğrudan Hılfu’l-Mutayyebin ile Hılfu'l-Fudûl’u karıştırmış olmalıdır. Her halükarda rivayette bir galat vardır. Bu rivayetin mahfuz şekli, Hılfu'l-Fudûl’la ilgili olan rivayettir.[22]

Cahiliyedeki hılflara son bir örnek olarak, Muhammed Hamidullah’ın zikrettiği Hılfu’s-Silah’ı verelim: Zühre kabilesi ile Sehm oğulları, Kureyşli’ler ile Ehabiş arasında kimsenin bir diğerine zarar-ziyan vermesine izin verilmemesi veya tarafların uzlaştırılmadığı ve varsa zararın karşılanmadığı geçimsizlik olaylarının ortaya çıkmasına müsaade edilmemesi hususundaki antlaşmadır.[23]

İSLAMÎ DÖNEMDE HILF

Enes (ra), Rasulullah’ın Kureyş ile Ensar arasında muâhât yaptığını söylemektedir.[24] Bu rivayette geçen ifade, muâhât (karşılıklı kardeşlik akdi yapma) ve muvâlât (birbirine veli olma) anlamlarına gelen "hâlefe" ifadesidir. Zaten hılf ile anlamca yakın olan kelimelerden birisi muâhât ve muvâlâttır.[25] Buna göre Kureyş-Ensar kardeşliği aslında bir çeşit hılftır. Yine Rasulullah’ın cahiliyedeki hayırlı olan hılfların, İslamiyetin ancak devamında rol oynadığı sözü yukarıda geçmişti.[26] Zaten hılf İslam Hukuku’nda bir ıstılah olarak yerini almıştır.[27]

Hılf, birbirini destekleme, yardımlaşma ve ittifak üzerine yapılan bir sözleşme olduğuna göre[28] İslam’ın hılfa karşı olması düşünülemez. Zaten birr ve takva üzerine yardımlaşma İslam’ın emrettiği bir husustur.[29]

HILFU’L-FUDÛL İSMİNİN MENŞEİ

Kelime olarak Haklar, Üstünlükler veya Fâdıllar(Erdemliler) Sözleşmesi anlamına gelen Hılfu'l-Fudûl’un bu ismi alması hakkında üç ihtimal mevcuttur:

a)Fâdıllar(Erdemliler) Sözleşmesi: Daha önce Cürhüm’den üç kişinin mazluma yardım üzerine yaptıkları hılf, Hılfu'l-Fudûl diye isimlendirilmişti. Çünkü bu hılfı gerçekleştirenlerin isimleri Fadl idi.[30] Hz. Peygamber’in katıldığı hılfın içeriğinin bu hılfa benzemesi sebebiyle bu da Fâdıllar(Erdemliler) Sözleşmesi diye isimlendirildi.[31]

b)Haklar Sözleşmesi: Rasulullah, Hılfu'l-Fudûl ile ilgili sözünde hakların(fudûl) ehline verilmesi konusunda antlaşma yapıldığını ifade etmektedir. Buna göre Hılfu'l-Fudûl diye isimlendirme sebebi budur.[32] Çünkü bu hadis niçin Hılfu'l-Fudûl diye isimlendirildiğini açıklamaktadır.[33]

c) Üstünlükler(Faziletler) Sözleşmesi: Kureyş’in "Allah’a yemin olsun ki bu fazilettir."sözü sebebiyle bu isimlendirilmeye gidilmiştir.[34]

Bu üç görüşten herhangi birisi sebebiyle bu antlaşmaya Hılfu'l-Fudûl denmesi ihtimal dâhilindedir. Aralarında birbirini nakzeden bir şey yoktur. Hem önceki bir antlaşmaya benzetilmiş hem de içindeki maddelerden dolayı Hılfu'l-Fudûl diye isimlendirilmiş olabilir.

İbn Habib’in (245/859) "Bu sözleşmenin Hılfu’l-Mutayyebin’den ve Ahlâf’tan çıktığı ve onlardan üstün olduğu için bu ismi aldığı"[35] görüşü yukarıdakilerine benzer bir görüştür.

HILFU’L-FUDÛL’UN ZAMANI

Genel görüş Hz. Peygamber’in 20 yaşındayken bu sözleşmeye katıldığıdır.[36] Ficar Harbi’nin Şevval’de, bu sözleşmesinin ise Zilkade ayında olduğu rivayet edilmektedir.[37]

Hılfu'l-Fudûl’un gerçekleştiriliş sebeplerinden biri olarak Ficar Harbi[38] veya bu harp sonrası meydana gelen düzensizlik ortamının[39] kabul edilmesi de yukarıdaki rivayeti desteklemektedir.

Caetani’nin, İbnu’l-Esir’in bu olayı Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile evliliği sonrası zikretmesini delil alarak bu iki olayın hangisinin önce olduğunun malum olmadığını söylemesi[40] kanaatimizce itibara alınmamalıdır. Çünkü Caetani bu konuda net fikirler söylememekte hatta Hılfu'l-Fudûl’un tümden uydurma dahi olabileceğini söylemektedir.[41]

Hılfu'l-Fudûl’un zamanı ile ilgili İbn Habib’in (245/859) verdiği "Hz. Peygamber kendisine vahiy gelmeden 5 sene önce bu antlaşmaya katıldı."[42] ifadesi ve Isfehani’nin (356/967) "Hz. Peygamber 25 yaşındaydı."[43] sözleri şazdır.

HILFU’L-FUDÛL’UN SEBEBİ

Klasik kaynaklarımızda bu sözleşmenin sebebi olarak şöyle bir olay zikredilir: Mekke’ye mal satmak için gelen Zebidli[44] bir tacir, malını Âs b. Vâil’e satar ve parasını alamaz. Bunun üzerine Zebidli, Hılfu’l-Ahlâf sahiplerine gider ve yardım ister. Onlar yardım etmek bir yana onu bir de azarlarlar. Bunun üzerine tacir, Ebu Kubeys dağına çıkar ve orada durumuyla ilgili bir şiir irad eder. Bunu duyan Zübeyr b. Abdülmuttalib harekete geçer ve Abdullah b. Cudân’ın evinde toplanılır.[45] Yakubi(292/905) bu olayın benzerini Sehm oğullarından birisi ile Esed oğullarından birisi olarak verir.[46] Yine Yakubi, lafzıyla verdiği rivayette, "Bu olayın Kays b. Şeybe ile Übey b. Halef arasında geçtiği de söylenilmektedir." der.[47] Vefa’da bu sözleşmenin başlaması ile ilgili farklı bir rivayet olarak, Kays-Übey olayı verilmektedir.[48] Büyük ihtimalle bu son iki rivayet Hılfu'l-Fudûl’un başlaması ile ilgili değil, sonraki bir zamanda Hılfu'l-Fudûl’un faaliyeti ile ilgili olayları içermektedir. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Zebidli-As olayı genel olarak Hılfu'l-Fudûl’un başlama sebebi olarak kaynaklarımızda yer almaktadır.

İbn Kuteybe(276/889) bu sözleşmenin sebebi olarak Kureyş’in harplerde birbirine zulmetmesini zikretmektedir.[49] Çağdaş birçok İslam Tarihçisi de Ficar Harbi sonrası Mekke’de bir anarşi ortamının olduğunu, zulümlerin gerçekleştirildiğini, bunun ise Mekke’ye gelen hacı ve tacirleri korkutacağı düşüncesiyle bu hılfın gerçekleştirildiğini söylemektedir.[50] Aynı sebeple ilgili olarak Martin Lings’in zikrettiği, Bizans’ın ülkesine giden Kureyşliler’in oralardaki düzen ve adaleti görüp, kendilerinin benzeri kanunlara sahip olmamalarını düşünmeleri,[51] görüşü doğru olmasa gerektir. Çünkü Arapların geleneğinde zalime karşı durma amaçlı hılf geleneği câri bir hadisedir ve zulmü engelleme için Bizanslılar’dan bir şeyler öğrenmelerine gerek yoktur.

Hılfu'l-Fudûl’un sebebi olarak Zebidi-As olayı ile Mekke’deki zulüm ortamını cem ederek kabul etmek[52] mümkündür. Hılfu'l-Fudûl gibi bir toplumsal müesseseyi tek bir sebebe bağlamak doğru da değildir. Zebidli olayı sözleşmenin zahirde sebebi iken, Mekke’deki düzensizlik olayın asıl sebebi olmalıdır.

HILFU’L-FUDÛL’UN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ

Zebidli’nin Ebu Kubeys’teki feryatlarını duyan Zübeyr b. Abdülmuttalib, Mekke’deki zulme son vermek için harekete geçti. Eskiden beri cömert biri olarak tanınan, yemekler yedirip misafirler ağırlayan,[53] ailesinin asaleti ve yaşının büyüklüğü sebebiyle Mekke’deki en nüfuzlu ve en muhterem kişilerden biri olan[54] Abdullah b. Cudân et-Teymi’nin[55] Safa Tepesi üzerinde bulunan[56] evinde toplanıldı.[57] Bu toplantıya ilk olarak Haşim oğulları,[58] Muttalib oğulları, Zühre oğulları, Teym oğulları, Esed oğulları[59] katılmıştı. Bunlara ilaveten Yakubi’ye(292/905) göre Haris b. Fihr[60] katılmıştı. Abdüddar, Mahzum, Cümah, Sehm ve Adiy oğulları ise bu sözleşmeye girmemişlerdi.[61] Şems oğulları ile Nevfel oğulları da Hılfu'l-Fudûl’a katılmamışlardı. Taraflara dikkat edilecek olursa bunların genel olarak Hılfu’l-Mutayyebin ile Hılfu’l-Ahlâf’ta karşı karşıya gelen gruplar olduğu görülecektir.[62] Hal böyle olunca Martin Lings’in farklı olarak verdiği Adiy oğullarının Hılfu'l-Fudûl’a katıldığı bilgisi[63] hata olsa gerektir. Çünkü Adiy oğulları Hılfu’l-Ahlâf’tandır. Utbe b. Rebia b. Abdi’ş-Şems’in "Bir adam kavminden çıkacak olsa, Hılfu'l-Fudûl’a katılmak için ben kavmim olan Abdü’ş-Şems’ten çıkardım. Çünkü Abdü’ş-Şems, Hılfu'l-Fudûl’da değildi."[64] sözleri olaya kavim taassubuyla bakmayan bir kişinin Hılfu'l-Fudûl’un önemini ifade eden sözleridir. Eğer kabile taassubu olmasa ve Hılfu’l-Mutayyebin ile Hılfu’l-Ahlâf kutuplaşması yaşanmasaydı Hılfu'l-Fudûl’da bütün Mekke birleşebilirdi.

Abdullah b. Cudân’ın evindeki bu toplantıdan zulmün olduğu her döneme ışık tutacak parlak bir yemin metni ortaya çıktı:

1-Mekke’de, ister oranın halkından olsun isterse dışarıdan gelen insanlardan olsun, bir kişinin zulme uğradığını gördükleri zaman onunla birlikte olacaklardı.[65]

2-Mazlumun hakkı zalimden alınıncaya kadar zalimin karşısında olacaklardı.[66] Başka bir ifadeyle mazluma hakkı iade edilinceye kadar mazlumla bir tek el gibi –yekvücut- olacaklardı.[67]

3-Deniz, bir tek tüyü ıslatıncaya kadar, Sebir ve Hıra dağları yerlerinde kaldığı müddetçe ve maişette(mali durumda) tam bir eşitlik sağlanana dek bu maddeler geçerli olacaktı.[68]

İsfehani (356/967) bu sözleşmenin sonrasında sözleşmeye katılanların, ettikleri yeminin bir işareti olarak el-Haceru’l-Esved’in yıkandığı mukaddes suyu içtiklerini nakletmektedir.[69]

Bu bahsi, Hılfu'l-Fudûl’a ilk adımı atan Zübeyr b. Abdulmuttalib’in, bu sözleşmeyle ilgili söylediği birkaç mısrası ile bitirelim:

"Erdemliler, Mekke’nin kucağında hiçbir zalimin barınmaması hususunda anlaşıp, sözleştiler

Onların kabul edip, uzlaştıkları husus; civar alanın da umre yapanın da zulümden salim olmasıdır."[70]

HILFU’L-FUDÛL’UN FAALİYETLERİ

Hılfu'l-Fudûl birkaç kişinin bir araya gelip sözleştiği fakat hiçbir şey gerçekleştirmediği, teorik bir antlaşma değildir. O, yemin metnine sadık kalarak güzel icraatlarda bulunmuş böylelikle zulmün niteliği hakkında bize ipuçları da vermiştir. Şimdi, onun faaliyetlerini maddeleştirerek vermeye çalışalım:

a) Hılfu'l-Fudûl akdedilir akdedilmez bu faziletli insanlar, sözleşmenin gerçekleşmesinin görünürde sebebi olan Zebidli’nin yardımına koştular. Bu amaçla Âs b. Vâil’in yanına gittiler, Zebidli’nin malını ondan aldılar ve mal sahibine iade ettiler.[71] b) Has’am kabilesine mensup bir adam umre veya hac yapmak için Mekke’ye geldi. Yanında temiz bir kız olan Katûl isminde kızı vardı. Nübeyh b. Haccâc zorla kızı aldı ve kaçırdı. Has’amlı "Bu adama karşı bana yardım edecek kimse yok mu?" deyince kendisine "Hılfu'l-Fudûl sana yeter." denildi. O da Kâbe’nin yanına durdu ve "Ey Hılfu'l-Fudûllular!"diye bağırdı. Hemen onlar kılıçlarını sallayarak etrafında toplandılar ve "Yardım geldi, neyin var?" diye sordular. O, şöyle cevap verdi: "Nübeyh kızım hakkında bana zulmetti ve zorla onu benden aldı." Bunun üzerine Hılfu'l-Fudûl müttefikleri Nübeyh’in yanına gidip, kapısının önüne dikildiler. Nübeyh yanlarına çıkınca ona "Yazıklar olsun sana! Çocuğu çıkar. Sen bizim kim olduğumuzu ve üzerinde müttefik olduğumuz akdi iyi bilirsin." dediler. Nübeyh de "Tamam fakat sadece bir gece ondan faydalanayım." deyince şöyle cevap verdiler: "Vallahi, bir devenin süt sağımı kadar bile olmaz." Nübeyh kızı onlara şiirler söyleyerek teslim etti.[72]

c) Sümale kabilesinden olan Lümeys b. Sa’d isminde bir tacir, malının bir kısmını Übey b. Halef’e sattı. Übey parayı ödemek yerine ona zulmetti ve ahlaksızca davrandı. Lümeys de Hılfu'l-Fudûl’a gidip durumu anlattı. Onlar şöyle cevap verdiler: "Ona git ve senin bize geldiğini ona haber ver. Sana hakkını verirse ne ala, aksi takdirde bize geri gel." Bunun üzerine adam Übey’e gitti ve Hılfu’l-Fudûl’a gidişini, onların sözlerini ona anlattı. Übey derhal onun hakkını çıkarıp verdi.[73]

d) Hamidullah, Ebu Cehil ile ona ticari mal satarak parasını alamayan İraş[74] kabilesinden bir tacirin arasında cereyan eden olayı da Hılfu'l-Fudûl’un faaliyeti olarak vermektedir. Bu rivayete göre İraş’lı tacir Hz. Peygamber’e gelmiş durumu anlatmış, Hz. Peygamber de hemen Ebu Cehil’e gidip, borcunu ödemesini istemiştir. Daha sonra Ebu Cehil arkadaşlarına olayı anlatırken "Muhammed’i teskin etmede gecikseydim ağzından köpükler saçan azgın bir deve beni parçalayacaktı." diyecektir.[75]

Her ne kadar bu rivayette Hılfu'l-Fudûl ile ilgili bir ifade geçmese de tacir, Hz. Peygamber’e Hılfu'l-Fudûl üyesi olduğu için gelmiş olmalıdır. Muhtemelen Hz. Peygamber de Hılfu'l-Fudûl’un bir üyesi olarak Ebu Cehil’e gitmiştir.

e) Muaviye döneminde, Muaviye’nin yeğeni olan Medine Valisi Velid b. Utbe ile Hz. Hüseyin arasında, Zu’l-Merve isimli bir köydeki mal yüzünden tartışma çıkmış, Velid valilik yetkisine dayanarak Hz. Hüseyin’e baskı yapmak istemişti. Hz Hüseyin bunun üzerine şöyle dedi: "Allah’a yemin olsun ki ya hakkımı verirsin ya da kılıcımı alır, Rasulullah’ın Mescidi’ne gider herkesi Hılfu'l-Fudûl’a davet ederim." Bunun üzerine orada bulunan Abdullah b. Zübeyr de "Ben de Allah’a yemin ederim ki o, beni bu antlaşmaya çağırırsa kılıcımı alır, hakkı alınıncaya veya birlikte öldürülünceye kadar onun yanında yer alırım."dedi. Durum kendisine ulaşan Zühre oğullarından Misver b. Mahreme ile Teym oğullarından Abdurrahman b. Osman da aynı şeyleri söyleyip de, bunlar Velid’e ulaşınca o da, Hz. Hüseyin’e hakkını vermek zorunda kaldı.[76]

f) Hüseyin b. Ali ile Muaviye arasında bir yer yüzünden münakaşa oldu. Bunun üzerine Hz. Hüseyin Muaviye’ye şöyle dedi: "Şu üç şıktan birini seç: Ya hakkımı benden satın al ya onu bana geri ver ya da aramızda İbn Zübeyr ve İbn Ömer’i hakem tayin et. Aksi takdirde dördüncüsü Saylem’dir." Muaviye "Saylem nedir?" diye sorunca Hz. Hüseyin "Yani Hılfu'l-Fudûl’a haber vereceğim." dedi. Bunun üzerine Muaviye "Saylem’e (Hılfu'l-Fudûl’a) haber vermene gerek yok."dedi. Daha sonra farklı rivayetlere göre Muaviye veya Hz. Hüseyin oradan ayrıldı ve Abdullah b. Zübeyr ile karşılaştı. İbn Zübeyr de Hılfu'l-Fudûl’a çağrılması halinde kendisinin de yardıma geleceğini belirtti.[77]

HILFU’L-FUDÛL’UN NİHAYETLENMESİ

Muhammed Hamidullah kaynak belirtmeksizin konuyla ilgili şunları söylemektedir: "Bu teşkilat kendi içine yeni üyeler almıyordu ve 20-30 yıl nihayetinde son üyesinin ölümü ile de bu teşkilatın kökü kurumuştur."[78] Bizzat Hz. Peygamber’in Hılfu'l-Fudûl’u özlemle anan sözünden biz onun maddi olarak nihayetlendiğini anlamaktayız. Haddizatında Hılfu'l-Fudûl bir müessese olarak İslami dönemde yer alsaydı, Hz. Peygamber, bu müesseseye iştirake devam ederdi. Bütün bunlarla beraber Hılfu'l-Fudûl’un ruhunun, Hz. Peygamber döneminden sonra da devam ettiğini biz yukarıda zikrettiğimiz Velid-Hz. Hüseyin kıssasından gayet güzel anlamaktayız. Caetani bu olaydan hareketle Hılfu'l-Fudûl’un her yönüyle ayakta olduğunu söyler.[79] O, Abdülmelik b. Mervan zamanında cereyan eden şu olayı da sözlerine delil olarak getirir: "Abdullah b. Zübeyr öldürüldüğü zaman Abdümenaf oğullarından olan ve Kureyş’i iyi bilen Muhammed b.Cübeyr b. Mutım, Abülmelik b. Mervan’a geldi. İnsanlar halifenin yanında birikmişlerdi. Muhammed, halifenin yanına girince Halife ona şöyle dedi: "Ya Eba Said!Biz ve siz yani Benu Abdü’ş-Şems b. Abdi Menaf ile Benu Nevfel b. Abdi Menaf Hılfu'l-Fudûl’da değil miydik?" Muhammed "Sen daha iyi bilirsin." deyince, Halife "Bu işin gerçeğini söyle bana." dedi. Bunun üzerine Muhammed "Allah’a yemin ederim ki hayır. Biz ve siz ondan çıkmıştık." dedi. Halife de "Doğru söyledin." diyerek onu tasdik etti."[80]

Caetani, yukarıdaki rivayetten hareket ederek, "Bu, Ümeyyoğulları’nın da Hılfu'l-Fudûl’a katıldığının delilidir."der.[81] ona göre "Şayet Hılfu'l-Fudûl bir esasa dayanıyorsa, Ümeyyoğulları’nın isminin iştirakçiler içerisinde yer almaması, Abbasiler’e hoş görünmek isteyen gayretkeş muhaddislerin işidir."[82] Caetani, "Mekke’de hüküm ve nüfuza sahip olan Benu Ümeyye ve Benu Mahzum’un bu hılfa katılanlar arasında olmaması, Hılfu'l-Fudûl ile ilgili bilgilerin sadece İbn İshak’tan rivayet edilmesi ve Taberi’nin bundan habersiz olması, İbn Hişam’ın doğrudan doğruya İbn İshak’ın metninden almayıp, buna Zeyd b. Abdillah el-Bekri vasıtasıyla vakıf olduğunu söylemesi" gibi hususları bahane ederek Hılfu'l-Fudûl’un varlığı hakkında bile şüphelerinin olduğunu belirtir.[83]

Her şeyden önce Abdülmelik b. Mervan ile Muhammed b. Cübeyr arasında geçen hadise, Ümeyyeoğulları’nın bu hılfta yer almadıklarını bize anlatmaktadır. Hılfu’l-Mutayyebin-Hılfu'l-Ahlâf çekişmesi, Hılfu'l-Fudûl’un akdediliş esnasında yaşanmış, Hılfu’l-Ahlâf sahipleri bu sözleşmeye katılmamışlardır. Nitekim Utbe b. Rebia’nın, "Kişinin kavminden çıkması mümkün olsa kavmimden çıkar, Hılfu'l-Fudûl’a katılırdım." sözünü daha önce nakletmiştik.[84]

Caetani’nin, Taberi bahsetmiyor diye Hılfu'l-Fudûl hakkında şüpheler uyandırmaya çalışması da yersizdir. İslam Tarihi’nde her olayın, her kaynakta geçmesini beklemek ve sadece bir kaynakta geçmiyor diyerek olayı reddetmek ilmi bir husus olmasa gerektir. İbn Hişam’ın doğrudan İbn İshak’ın metninden almaması ve Ziyad b. Abdillah el-Bekkai’den işitmesi de Hılfu'l-Fudûl’un yokluğunu isbat etmez. Üstelik İbn Hişam’ın, bu konuda doğrudan İbn İshak’ın metninden verdiği bilgiler de vardır.[85] İbn Hişam’ın kendisinden naklettiği ravinin adı Zeyd b. Abdillah el-Bekri değil, Ziyad b. Abdillah el-Bekkai’dir. Zaten Caetani de Hılfu'l-Fudûl’u kitabında nakletmektedir. Olay hakkında şüphe yaratmaya çalışması anlaşılabilir bir durum değildir.

Bu başlığı, Hılfu'l-Fudûl’a ayrı bir değer katan Hz. Peygamber’in bu sözleşme ile ilgili sözleriyle kapayalım: Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: "Abdullah b. Cudân’ın evinde bir sözleşmeye katıldım. İslami dönemde de ona çağrılsam icabet ederim. Onlar hakların (fudûl) ehline geri iadesi ve zalimin mazlumu ezmemesi üzerini anlaştılar."[86] "Ben gençken amcalarımla birlikte Hılfu'l-Fudûl’a katıldım. Kızıl tüylü develer benim olsa, onu bozmayı istemem."[87] "Abdullah b. Cudân’ın evinde, karşılığında kızıl tüylü develeri bile kabul etmeyeceğim bir sözleşmeye katıldım. İslami dönemde de ona çağrılsam icabet ederim."[88] "Abdullah b. Cudân’ın evinde katıldığım sözleşmeyi ve ona aykırı davranmayı, kızıl tüylü develer karşılığında bile istemem."[89] "Abdullah b. Cudân’ın evindeki ahd ve yeminleşmede ben de bulunmuştum. Şimdi bile birisi ‘Ey Hılfu'l-Fudûllu’lar!’ diye yardım istese, elbette onun yardımına koşarım. Çünkü İslamiyet de hakkı ayakta tutmak ve mazluma yardım etmek için gelmiştir."[90]

HILFU’L-FUDÛL’UN SONUÇLARI

a) Araplar Açısından:

Ficar Savaşı ve sonrasında Mekke’de bir düzensizlik ortamı baş göstermişti. Bu anarşi ortamında insanlar mallarından, canlarından emin değillerdi. Böyle bir ortam hem Kâbe’nin itibarını sarsmakta hem de Mekke ticaretine sekte vurmaktaydı. Böylesi bir ortamda akdedilen Hılfu'l-Fudûl, Mekke’ye yeniden itibar kazandırmıştır. "Kâbe eski itibarını yeniden kazanmış,"[91] "Mekke’deki emniyet ve güvenin artmasına bağlı olarak Mekke çarşılarına diğer yerlerden ticaret maksadıyla gelenlerin sayısının çoğalmasını sağlamıştır."[92]

b) Hz. Muhammed (SAV) Açısından:

Kendisine risalet görevi verilmeden önce Muhammedu’l-Emin lakabını alacak kadar Mekke toplumunda nüfuz ve itibar sağlamış Hz. Muhammed, bu nüfuzunu Hılfu'l-Fudûl’a katılışı gibi faaliyetlerine borçludur. Bu toplantıya katılarak o, Mekke toplumunu tanıma fırsatı bulmuş, bazı tecrübeler kazanmıştır. Medine Vesikası’ndaki " Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm ika edemez. Şüphesiz zulmedilene yardım edilecektir."[93] maddesi bize Hılfu'l-Fudûl’u hatırlatmakta, Hz. Peygamber’in Medine Vesikası’nı imzalarken Hılfu'l-Fudûl’un prensiplerini yansıttığını göstermektedir. Hakikatte " zalime karşı olma, mazlumdan yana olma" prensibini hayatının her safhasında yaşayarak gösteren Hz. Peygamber’in, sadece Medine Vesikası ve Veda Haccı Hutbesi insan hakları açısından değerlendirilmiştir.[94]

Ayrıca yirmi yaşlarında bir genç olan Hz. Peygamber’in böylesi bir sözleşmeye katılması, onun kavmi içerisinde önemli bir yeri olduğuna açıkça işaret etmekte ve ufkunun genişliğini göstermektedir.[95]

c) İslam Açısından:

Bu antlaşma göstermiştir ki insanlık adaleti kendisine temel edinmiş köklü prensiplere muhtaçtı. O günkü insanlığın da huzuru ancak böyle ilkelere sahip bir sistem tarafından sağlanabilirdi. Hılfu'l-Fudûl, bu uğurda ancak pansuman tedavi mesabesinde kalmıştır. "Fakat bu antlaşma cahiliyeti kökünden kazıyacak olan İslam’ın gelişine ve anlaşılmasına zemin hazırlamıştır."[96] denebilir.

HILFU’L-FUDÛL’UN DEĞERLENDİRİLMESİ

Araplar arasında işitilmiş en değerli ve en faziletli sözleşme olan[97] Hılfu'l-Fudûl, insan hakları açısından çok önemli bir hadisedir. İslam zaman-mekan ve kişi kaydına bağlı kalmaksızın zulmün karşısında olmuş, adaleti savunmuştur. İnsanın insanca yaşaması için elzem olan yaşama, mal-mülk edinme, eğitim, fikir, vicdan ve din hürriyeti vb. haklara her insan sahiptir. Bugün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun yayınladığı 30 maddelik Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, İslam Konseyi’nin yayınladığı 23 maddelik İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi insanca yaşamaya matuf hareketlerdir. Hılfu'l-Fudûl bu tip hareketlerin temeli olma konumundadır. Çünkü o, yaklaşık 1400 sene önce gerçekleştirilmiştir. Hılfu'l-Fudûl’un bu beyannamelerden farklı bir yanı, teoride kalmamasıdır. Hılfu'l-Fudûl, prensipleri doğrultusunda faaliyetler gerçekleştirmiştir. Maalesef bugünkü İnsan hakları beyannameleri teoriden öteye gidememekte ve uluslar arası etkinliği olan süper güçlerin siyasi konularda hukuk dışı faaliyetlerini önleyememektedir.

Hılfu'l-Fudûl’un bize gösterdiği prensip, insanların insanca yaşaması için insani değerlerde insanlarla bir araya gelmedir. "Ne kadar olursa olsun tüm zalimlere karşı olmak ve ne kadar kuvvetsiz ve zayıf bulunursa bulunsun her mazlumun yanında yer almak her müslümanın şiarıdır."[98]

Özel olarak işçi hakları, kadın hakları vb. hak arama talepleri de aklımıza Hılfu'l-Fudûl’u getirmektedir. Belli bir insan kesiminin haklarını korumaya yönelik faaliyetler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu anlamda örneğin işçi-memur sendikalarının Hılfu’l- Fudûl’u referans almaları mümkündür. Bu sözleşme bir nevi sendikacılık olarak kabul edilebilir.[99]

"Hılfu'l-Fudûl’un Hz. Peygamber tarafından övülmesi, İslam’ın kılıç dini olmadığını da göstermektedir."[100] Farklı inançlardan, ayrı görüşlerden insanlarla insani meselelerde işbirliği yapabilen bir din nasıl kılıç dini olabilir ki? Hz. Peygamber insanlarla öncelikle hep antlaşma yoluna gitmeye çalışmıştır. Medine Yahudileriyle akdedilen Medine Vesikası, Hz. Peygamber’in Hıristiyan Necran Heyeti ile muhaveresi bize fikir verecek örneklerdir.

"Aynı şekilde Hılfu'l-Fudûl örneğinden hareketle, barış esasına dayanan milletlerarası teşekküllere müslümanların katılması mümkün olmaktadır. Hatta eğer söz konusu teşekkül, Kuran’da kullanılan tabirle ‘müstaz‘af’ insanların içinde bulundukları sıkıntılardan kurtulmasını amaçlıyorsa böyle bir teşekküle katılmak cevazın da ötesinde bir anlam taşır."[101]

Hılfu'l-Fudûl, müslüman davetçiler için de bir ibret vesikasıdır. "Allah davetçilerinin dikkat etmesi gereken bir husus vardır. Bu husus ona, içinde yaşadığı toplumla olan ilişkilerinin sınırlarını belirler: Zulüm ve ezayı uzaklaştırmak için çalışmak, hayırlı işlerde topluma katılmak, insanların elemine ilgi duymak, onların sevinçlerine ve üzüntülerine katılmak. Bütün bunların hepsi davetçinin yapması gereken vazifelerdir."[102]

Hılfu'l-Fudûl’u, insanlığın ortak problemlerine çözümler araması, insanların birbiriyle daha iyi ilişkiler kurması amacına matuf olan dinlerarası/kültürlerası diyalogun İslami referansı olarak görmek mümkündür. Bu bağlamda diyaloga delil olarak gösterilen Hz. Peygamber’in Necran Hıristiyanları ile görüşmesinden daha önce bu olay gerçekleşmiş ve bu sözleşme söz konusu amaçlara hizmet edecek her türlü çalışmaya hem ışık tutacak hem de referans olabilecek bir şekilde yaşanmıştır.

Hılfu'l-Fudûl, gayri İslami bir dönemde akdedilmiştir. Bu insani bir harekettir. Hz. Muhammed ise, İslami dönemde onu onayladığını ifade etmiştir. Bu İslam’ın, insaniliğe değer verdiğinin delilidir. İslam insan için vardır ve insan merkezlidir. İnsani değerlerde insanın yanındadır. O zaman, müslüman olmak için önce insan olmak gerekir. İnsani değerlere sahip olmayanlar, İslami değerlere sahip olamazlar.

SONUÇ

Zulmün engellenmesi noktasında Hılfu'l-Fudûl çok önemli bir faaliyettir. Müslümanlar, Hz. Peygamber’in katıldığı ve onayladığı böylesi bir hareketi temel alarak zulmü engelleme amaçlı her türlü faaliyete katılmalı, hatta bu konuda öncü olmalıdırlar. Hatta bu uğurda gayri müslimlerle bile birlikte hareket etmek gerekiyorsa edilmeli, zulüm konusunda din farkı gözetilmemelidir. İnsanın insanca yaşaması için olmazsa olmaz olan yaşama, mal-mülk edinme, eğitim, fikir, vicdan ve din hürriyeti vb. haklardan mahrum bırakılarak mazlum durumuna düşürülen herkese ama herkese yardım etmek ve bu görevleri ifa edecek kurumlar kurmak her müslümana düşen bir vazifedir. Böylesi kurumları kurmak veya onlara katılmak müslümanlar bir yana insanların huzuru için hayati önem taşıyan bir meseledir.

 Hz. Peygamber’in Hılfu'l-Fudûl’u öven sözleri İslam Dini’nin ne kadar insancıl olduğunun en büyük kanıtıdır. İslam’ı kılıç dini gibi göstermeye çalışanlara bu sözleşmeyi göstermek kâfi gelecektir. İslam, insanı ve insanın dareyn saadetini hedefleyen bir dindir. Böylesi bir dini, insan düşmanı göstermeye çalışmak insafın ötesinde bir olaydır. İslam’ın insancıllığını göstermek için de böylesi bir kurum oluşturmak, müslümanların görevi olmalıdır.

Müslümanların Hılfu'l-Fudûl gibi kurumlara iştiraki İslami davet için de önemli bir husustur. Müslümanların böylesi kurumlara katılmaları, diğer insanların gözünde müslümanların değerini artıracak, müslüman her yerde aranılan bir insan haline gelecektir. Müslümanların toplum içinde parmakla gösterilen insanlar haline gelmesi İslami daveti olumlu yönde etkileyecek, İslam bundan kazançlı çıkacaktır.

BİBLİYOGRAFYA


Abdülbaki, Muhammed Fuat, Mucemu’l-Müfehres li Elfazi’l-Kurani’l-Kerim, İstanbul, 1990.

Akgündüz, Ahmet, Eski Anayasa Hukukumuz Ve İslam Anayasası, 4.baskı, İstanbul, 1995.

İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, 2.baskı, İstanbul, 1993.

Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, (I-IV), 2.baskı, İstanbul, 1977.

"Hılfu’l-Mutayyebin" Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1988, XVIII, 32-33.

el-Alûsî, Mahmûd Şükrî Bağdâdî, Bulûğu’l-Ereb fi Marifeti’l-Ahvâli’l-Arab, (I-III), Thk: Muhammed Behçe Eseri, 2.baskı, Beyrut, Trs.

Âsım Efendi (1235/1820), Kamus Tercemesi, (I-IV), İstanbul, 1305.

Berki, Ali Himmet -Osman Keskioğlu, Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, 14.baskı, Ankara, 1993.

el-Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin (458/1066), Delailü’n-Nübüvve ve Marifetü Ehvali Sahibi’ş-Şeriati, (I-VII), Thk: Abdülmu’ti Kalaci, Beyrut, 1985.

es-Sünenü’l-Kübra, (I-XI), Thk: Muhammed Abdülkadir Ata, Beyrut, 1994.

Caetani, İslam Tarihi, (I-X), Çev: Hüseyin Cahid, İstanbul, 1924.

Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hamav, Tâcu’l-Luğa, (I-II), byy., 1382.

Dahlan, Ahmet Zeyni (1304/1886), es-Siretü’n-Nebeviyye ve’l-Asaru’l-Muhammediyye, (I-III) Mısır, Trs.

Gadban, Münir, Fıkhu’s-Sire, (I-II), Çev: Adil Teymür, İstanbul, 1997.

Gazali, Muhammed, Fıkhu’s-Sire, Çev: Resul Tosun, 2.baskı, İstanbul, 1991.

Halil, Imadüddin, Dirase fi’s-Sire, Beyrut, 1977.

el-Hamevî, Yâkut Şihâbüddîn Ebû Abdullâh b. Abdillâh (626/1228), Mucemu’l-Buldan (I-V), Beyrut, Trs.

Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, (I-II), Çev: Salih Tuğ, 5.baskı, İstanbul, 1993.

"Hılfu'l-Fudûl" Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1988, XVIII, 31-32.

Heykel, Muhammed, Hz. Muhammed Mustafa, Çev: Ömer Rıza Doğrul, 4.baskı, İstanbul, 1972.

el-Heysemî, Nuruddîn Ali b. Ebi Bekir (807/1404), Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, (I-VIII), 3.baskı, Beyrut, 1967.

el-Isfehâni, Ebu’l-Ferec (356/967), Eğani, (I-XXVII), Şerheden: Abdullah Ali Mehenna, Beyrut, 1986.

el-Isfehânî, Ragıp (502/1108), Mucem-u Müfredati Elfazı’l-Kuran, Thk: Nedim Maraşlı, byy., trs., Daru’l-Katibi’l-Aza.

İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, (597/1200), el-Vefa bi Ahvali’l-Mustafa, (I-II), Thk: Mustafa Abdülvahid, Mısır, 1922.

 İbnu’l-Esir, Mecdüddin Ebu’s-Seâdat Muhammed b. Muhammed el-Cezeri (606/1209), en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, (I-III), Mısır, Trs.

İbnu’l-Esir, Izzuddin Ebu’l-Hasen Ali b. Ebu’l-Kerem (630/1233), el-Kamil fi’t-Tarih, (I-X), Mısır, H.1301.

 İbn Habib, Muhammed b. Habib el-Bağdâdî (245/859), Kitabu’l-Münemmak fi Ahbari Kureyş, Thk: Hurşit Ahmed Faruk, Beyrut, 1985.

 İbn Hişam, Abdülmelik (218/813), es-Siretü’n-Nebeviyye, (I-IV), Thk: Mustafa Sekka vd. Beyrut, 1992.

 İbn İshak, Muhammed (151/768), Siretu İbni İshak, Thk: Muhammed Hamidullah, Konya, 1981.

 İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidaye ve’n-Nihaye, (I-XVI), Thk: Muhammed Gazi-Abdurrahman Ladki, Beyrut, 1996.

 İbn Kuteybe, ed-Dineveri (276/889), Mearif, Tsh: Muhammed İsmail Savi, 2.baskı, Lübnan, 1970.

 İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed b. Mükrim (711/1311), Lisanu’l-Arab, (I-XV) Beyrut, Trs.

 İbnu’n-Nedim (438/1047), Fihrist, Mısır, 1348.

 İbn Sa‘d, Muhammed (230/845), et-Tabakatü’l-Kübra, (I-IX) Beyrut, Trs.

İbn Seyyidi’n-Nas (734/1333), Uyûnu’l-Eser fi Funûni’l-Megâzi ve’ş-Şemâili ve’s-Siyer, (I-II), Beyrut, Trs.

Keskioğlu, Osman-Ali Himmet Berki, Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, 14.baskı, Ankara, 1993.

Köksal, Âsım, İslam Tarihi, (I-XVIII), İstanbul, 1987.

Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, 4.baskı, İstanbul, 1990.

Mehdi Rızkullah Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye fi Davi’l-Mesadiri’l-Asliyye, Riyad, 1992.

el-Mesûdi, Ebu’l-Hasen Ali b. Huseyin (345-957), Murûcu’z-Zeheb ve Meadinü’l-Cevher fi’t-Tarih, (I-II), Thk: Muhammed Sabbağ, Kahire, 1283.

Mevsüatü’l-Fıkhıyye, Vizaratü’l-Evkaf ve’ş-Şuuni’l-İslamiyye, 2.baskı, Kuveyt, 1990.

Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul, Trs., Dağarcık Yayınları.

 es-Süheylî, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. Abdillâh (581/1185), er-Ravdu’l-Unûf fî Tefsîri Sireti’n-Nebeviyyi Li İbni Hişâm, (I-II), Thk: Abdürraûf Sa‘d, Mısır, 1971.

Şibli, Mevlana, İslam Tarihi Asr-ı Saadet, (I-V), Çev: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1921.

Tâhiru’l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, (I-II) İstanbul, Trs.

Umara, Muhammed, İslam ve İnsan Hakları, Çev: Asım Kanar, İstanbul, 1992.

el-Ya‘kubî, Ahmed b. Ebi Ya‘kub b. Ca‘fer (292/905), Tarihu’l-Ya‘kubi, (I-II), Beyrut, Trs.

Yaman, Ahmet, İslam Hukukunda Uluslar arası İlişkiler, Ankara, 1998.

Yıldız, Ahmet, Hılfu’l-Fudûl’dan Günümüze Sivil Toplum ve Sendika, Ankara, 2009.

Yüksel, Ahmet Turan, İslam’ın İlk Döneminde Ticarî Hayat, İstanbul, 1999.

ez-Zebîdî, Muhibüddin Ebû Feyz, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kamus (I-X), b. yeri yok (Daru’l-Fikr), 1308.

ez-Zebîdî, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed (893/1487), Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, (I-XIII), Çev: Kamil Miras, 8.baskı, Ankara, 1987.

 

[1] Bkz. Muhammed Fuad Abdülbaki, Mucem’ul-Müfehres Li Elfazıl-Kuran’il-Kerim, İstanbul, 1990, (ع-د-ل) mds (ق-س-ط) mds ve ( ظ-ل-م ) mds.

[2] Ahmet Akgündüz, İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, 2.baskı, İstanbul, 1993, s.66-72; Eski Anayasa Hukukumuz Ve İslam Anayasası, 4.baskı, İstanbul, 1995, s.37-38; Muhammed Umara, İslam ve İnsan Hakları, Çev: Asım Kanar, İstanbul, 1992, s.140-145.

[3] İbn Hişâm, Abdülmelik (218/813), es-Siretü’n-Nebeviyye (I-IV), Thk: Mustafa Sekka vd. Beyrut, 1992, I/111; İbn Sa‘d, Muhammed (230/845), et-Tabakatü’l-Kübra (I-IX), Beyrut, Trs., I/129; İbn Habib, Muhammed b. Habib el-Bağdâdî (245/859), Kitabu’l-Münemmak fi Ahbari Kureyş, Thk: Hurşit Ahmed Faruk, Beyrut, 1985, s.53; el-Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin (458/1066), Delailü’n-Nübüvve ve Marifetü Ehvali Sahibi’ş-Şeriati, (I-VII), Thk: Abdülmu’ti Kalaci, Beyrut, 1985, VI/596; es-Süheylî, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân b. Abdillâh (581/1185), er-Ravdu’l-Unûf fî Tefsîri Sireti’n-Nebeviyyi Li İbni Hişâm, (I-II), Thk: Abdürraûf Sa‘d, Mısır, 1971, I/158; İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, (597/1200), el-Vefa bi Ahvali’l-Mustafa, (I-II), Thk: Mustafa Abdülvahid, Mısır, 1922, I/137; İbnu’l-Esir, Izzuddin Ebu’l-Hasen Ali b. Ebu’l-Kerem (630/1233), el-Kamil fi’t-Tarih, (I-X), Mısır, H.1301, I/474; İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail (774/1372), el-Bidaye ve’n-Nihaye, (I-XVI), Thk: Muhammed Gazi-Abdurrahman Ladki, Beyrut, 1996, I-II/696.

[4] İbnu’n-Nedim (438/1047), Fihrist, Mısır, 1348, s.140. Bu isimdeki gazal (geyik) ile ilgili bilgiyi, İsfehani’nin verdiği "Hılfu’l-Fudûl Kâbe’den çalınan bir geyik heykeli ile başladı." (el-Isfehâni, Ebu’l-Ferec (356/967), Eğani, (I-XXVII), Şerheden: Abdullah Ali Mehenna, Beyrut, 1986, XVII/295) bilgi ile karşılaştırırsak Hılfu’l-Fudûl’un başlamasıyla ilgili farklı bir bilgiye ulaşabiliriz. Fakat elimizde bununla ilgili yeterli rivayet söz konusu değildir.

[5] İbn Habib, age., s.9.

[6] Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hamav, Tâcu’l-Luğa, (I-II) byy., 1382, II/16; el-Isfehânî, Ragıp (502/1108), Mucem-u Müfredati Elfazı’l-Kuran, Thk: Nedim Maraşlı, byy., trs., Daru’l-Katibi’l-Aza, s.128; ez-Zebîdî, Muhibüddin Ebû Feyz, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kamus, (I-X), byy., (Daru’l-Fikr), 1308, VI/75.

[7] Âsım Efendi (1235/1820), Kamus Tercemesi, (I-IV), İstanbul, 1305, III/551.

[8] Buhârî, İtisam, 16, Kefâle,2, Edeb 67, Fedâilü’s-Sahâbe, 204; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 204.

[9] Buhârî, Kefâle, 2, Edeb, 67; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 204-206; Ebu Davud, Ferâiz, 17; Tirmizi, Siyer, 29; Dârimi, Siyer, 80; Müsned, I/190-317-329; II/180-205-207-213-215; III/162-281; V/61.

[10] İbnu’l-Esir, Mecdüddin Ebu’s-Seâdat Muhammed b. Muhammed el-Cezeri (606/1209), en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, (I-III), Mısır, Trs., I/283-284.

[11] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, XI/525; Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, VIII/61; Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, IV/27.

[12] Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, İstanbul, Trs., Dağarcık Yayınları, s.665.

[13] İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed b. Mükrim (711/1311), Lisanu’l-Arab, (I-XV) Beyrut, Trs., XI/527; Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, VIII/63; İbnu’l-Esir, Nihaye, III/231.

[14] ez-Zebîdî, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed (893/1487), Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, (I-XIII), Çev: Kamil Miras, 8.baskı, Ankara, 1987, VI/73.

[15] Mevsüatü’l-Fıkhıyye, Vizaratü’l-Evkaf ve’ş-Şuuni’l-İslamiyye, 2.baskı, Kuveyt, 1990, XVIII/85.

[16] İbn Hişam, age, I/108-109; İbn Kuteybe, ed-Dineveri (276/889), Mearif, Tsh: Muhammed İsmail Savi, 2.baskı, Lübnan, 1970, s.261; İbn Habib, age., s.50-51; İbn Kesir, age., I-II/696; Algül, Hüseyin, "Hılfu’l-Mutayyebin", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1988, XVIII/32.

[17] İbnu’l-Esir, Nihaye, I/284; İbn Manzur, age., IX/53-54.

[18] Müsned, I/190-193; Beyhaki, ed-Delailü’n-Nübüvve, II/38, es-Sünenü’l-Kübra, (I-XI), Thk: Muhammed Abdülkadir Ata, Beyrut, 1994, VI/595; İbn Kesir, age., I-II/696 Heysemi, söz konusu rivayetle ilgili "Bunun ricali, sahih ricaldir." değerlendirmesinde bulunmaktadır. el-Heysemî, Nuruddîn Ali b. Ebi Bekir (807/1404), Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, (I-VIII), 3.baskı, Beyrut, 1967VIII/172.

[19] Beyhaki, ed-Delailü’n-Nübüvve, II/41, es-Sünenü’l-Kübra, VI/595.

[20] İbn Kesir, age., I-II/696

[21] Mehdi Rızkullah Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye fi Davi’l-Mesadiri’l-Asliyye, Riyad, 1992, s.130 Mehdi Rızkullah bu cem’i İbnu’l-Esir’in Nihaye’sinden nakletmektedir fakat biz bu bilgiyi Nihaye’de bulamadık.

[22] İbn Hişam, age., I/111; İbn Sad, age., I/129; İbn Habib, age., s.53; Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, VI/596; Süheyli, age., I/158; İbnu’l-Cevzi, age., I/137; İbnu’l-Esir, Kamil, I/474; İbn Kesir, age., I-II/696.

[23] Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, (I-II), Çev: Salih Tuğ, 5.baskı, İstanbul, 1993, I/55.

[24] Buhârî, İtisam,16, Kefâle 2, Edeb, 67, Fedâilü’s-Sahâbe 204; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 204.

[25] Mevsuatü’l-Fıkhıyye, XVII/84. Hılfa anlamca yakın olan diğer iki kelime mühâdene (savaştan sonraki barış) ve emandır. Bkz. XVII/84.

[26] Buhârî, Kefâle, 2, Edeb, 67; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 204-206; Ebu Davud, Ferâiz, 17; Tirmizi, Siyer, 29; Dârimi, Siyer, 80; Müsned, I/190-317-329; II/180-205-207-213-215; III/162-281; V/61.

[27] Mevsuatü’l-Fıkhıyye, XVII/84.

[28] İbnu’l-Esir, Nihâye, I/283.

[29] Maide 2.

[30] Bu üç kişinin isimleri hakkında farklı rivayetler mevcuttur. İbnu’l-Esir İbn İshak’tan şöyle nakleder: Cürhüm ve Kadûra isimli kabilelerden Fudayl b. Haris el-Cürhümi, Fudayl b. Vedâa el-Kadûri, Mufaddal b. Fadale. İbnu’l-Esir, Kamil, I/473. Süheyli ise Kutbi’den naklederek İbn Kuteybe’nin bu isimleri şöyle naklettiğini söyler: Fadl b. Fadâle, Fadl b. Vedâa, Fudayl b. Hâris. Süheyli Zübeyr’e göre ise isimleri şöyle nakleder: Fudayl b. Şurâa, Fadl b. Vedâa, Fadl b. Kudâa. Süheyli, er-Ravdu’l-Unuf, I/155.

[31] el-Ya‘kubî, Ahmed b. Ebi Ya‘kub b. Ca‘fer (292/905), Tarihu’l-Ya‘kubi, (I-II), Beyrut, Trs., II/28; İsfehani, Egani, XVII/293; Süheyli, age I/155; İbnu’l-Cevzi, age., I/136; İbnu’l-Esir, Kamil, I/473; İbn Kesir, age I-II/697.

[32] İbn Kesir, age., I-II/697.

[33] Süheyli, age., I/156.

[34] İbn Habib, age., s.54; İbnu’l-Cevzi, age., I/136; Hamidullah, Muhammed, "Hılfu'l-Fudûl", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1988, XVIII/31.

[35] İbn Habib, age., s.54.

[36] İbn Sad, age., I/128; Yakubi, age., II/17; İbnu’l-Cevzi, age., I/137; İbn Kesir, age., I-II/696.

[37] İbnu’l-Cevzi, age I/137; İbn Kesir, age I-II/696.

[38] İbn Kuteybe, age., s.261; Hamidullah, İslam Peygamberi, I/52.

[39] Heykel, Muhammed, Hz. Muhammed Mustafa, Çev: Ömer Rıza Doğrul, 4.baskı, İstanbul, 1972, s.117; Berki, Ali Himmet -Osman Keskioğlu, Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, 14.baskı, Ankara, 1993, s.44; Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, (I-IV), 2.baskı, İstanbul, 1977, I/170.

[40] Caetani, İslam Tarihi, (I-X), Çev: Hüseyin Cahid, İstanbul, 1924, I/384.

[41] Caetani, age., I/387.

[42] İbn Habib, age., s.53.

[43] İsfehani, Eğani, XVII/290.

[44] Bu ismin tasğirli olup olmaması hakkında kaynaklarımızda farklı rivayetler bulunmaktadır: Mesudi ve İbnu’l-Cevzi bu ifadeyi "Zebidün mine’l-Yemen" şeklinde verir. el-Mesûdi, Ebu’l-Hasen Ali b. Huseyin (345-957), Murûcu’z-Zeheb ve Meadinü’l-Cevher fi’t-Tarih, (I-II), Thk: Muhammed Sabbağ, Kahire, 1283, I/304; İbnu’l-Cevzi, age I/136 Yakut Hamevi, Yemen’de ileride meşhur bir şehir kurulacak olan vadinin ismini Zebid diye zabteder, Zübeyd’in ise bir kabile ismi olduğunu söyler. el-Hamevî, Yâkut Şihâbüddîn Ebû Abdullâh b. Abdillâh (626/1228), Mucemu’l-Buldan, (I-V), Beyrut, Trs., III/131-132 O zaman bu kişinin Yemen’den oluşu rivayetine bakarak ibareyi Zebid diye zaptetmenin daha doğru olacağını düşünebiliriz.

[45] İbn Habib, age., s.52; İsfehani, Egani, XVII/289; Süheyli, age I/156; İbnu’l-Cevzi, age I/135; İbn Kesir, age., I-II/6; Köksal, Âsım, İslam Tarihi, (I-XVIII), İstanbul, 1987, II/133.

[46] Yakubi, age., II/17.

[47] Yakubi, age., II/17.

[48] İbnu’l-Cevzi, age.,, I/136.

[49] İbn Kuteybe, age., s.261 İbnu’l-Cevzi ise Harem’de zulümlerin olduğunu söylemektedir. Age., I/135.

[50] Caetani, age., I/386; Şibli, Mevlana, İslam Tarihi Asr-ı Saadet, (I-V), Çev: Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1921, I/203; Hamidullah, İslam Peygamberi, I/52; Heykel, age., s.117; Algül, İslam Tarihi, I/170.

[51] Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, 4.baskı, İstanbul, 1990, s.48.

[52] Halil, Imadüddin, Dirase fi’s-Sire, Beyrut, 1977, s.42.

[53] Müslim, İman, 365.

[54] Caetani, age., I/386; Hamidullah, İslam Peygamberi, I/52.

[55] Abdullah b. Cudân ile ilgili bilgi için bkn. Süheyli, age., I/158-159; el-Alûsî, Mahmûd Şükrî Bağdâdî, Bulûğu’l-Ereb fi Marifeti’l-Ahvâli’l-Arab, (I-III), Thk: Muhammed Behçe Eseri, 2.baskı, Beyrut, Trs., I/90; Dahlan, Ahmet Zeyni (1304/1886), es-Siretü’n-Nebeviyye ve’l-Asaru’l-Muhammediyye, (I-III) Mısır, Trs., I/99.

[56] İbn İshak, Muhammed (151/768), Siretu İbni İshak, Thk: Muhammed Hamidullah, Konya, 1981, s.151.

[57] İbn Hişam, age., I/110; İbn Sad, age., I/128; İbn Habib, age., s.53; Yakubi, age., II/17; Süheyli, age., I/156; İbnu’l-Cevzi, age., I/136; İbnu’l-Esir, Kamil, I/473; İbn Kesir, age.,, I-II/696.

[58] İsfehani, Egani, XVII/291; İbnu’l-Cevzi, age., I/137.

[59] İbn Hişam, age., I/110; İbn Sad, age., I/128; İbn Habib, age., s.53; İsfehani, Egani, XVII/291; Süheyli, age., I/156; İbnu’l-Esir, Kamil, I/473; İbn Kesir, age., I-II/697.

[60] Yakubi, age., II/18; İbn Kesir, age., I-II/696.

[61] Yakubi, age., II/18.

[62] İsfehani’nin verdiği "Kureyşliler dedi ki: Ne Mutayyebin ne de Ahlâf olsun, bir Hılfu'l-Fudûl olsun. Bunun üzerine onlar Abdullah b. Cudân’ın evinde birleştiler." Egani, XVII/290 bilgisi bu hılfa katılanlarla alakalı genel bilgiyle çelişmektedir.

[63] Lings, age., s.49.

[64] İbn Habib, age., s.54; İsfehani, Egani, XVII/291.

[65] İbn Hişam, age., I/110; İbn Habib, age., s. 53; İsfehani, Egani, XVII/293; İbnu’l-Esir, Kamil, I/473; İbn Kesir, age., I-II/697.

[66] İbn Hişam, age., I/110; İbn Habib, age., s.5; İbnu’l-Esir, Kamil, I/473; İbn Kesir, age., I-II/697.

[67] İbn Sad, age., I/129; Süheyli, age., I/156; İbnu’l-Cevzi, age., I/137; İbn Kesir, age., I-II/696; İbn Seyyidi’n-Nas (734/1333), Uyûnu’l-Eser fi Funûni’l-Megâzi ve’ş-Şemâili ve’s-Siyer, (I-II), Beyrut, Trs., I/46.

[68] İbn Sad, age., I/129; Süheyli, age., I/156; İbnu’l-Cevzi, age., I/137; İbn Kesir, age., I-II/696; İbn Seyyidi’n-Nas, age., I/46.

[69] İsfehani, Egani, XVII/290.

[70] Süheyli, age., I/157; İbn Kesir, age., I-II/697 İbnu’l-Esir bu şiiri Amr b. Avf’ın, Cürhümlü Fadllar’ın akdi için söylediğini nakletmektedir. Kamil, I/473.

[71] Süheyli, age., I/156; İbn Kesir, age., I-II/696 Muhammed Hamidullah, bu olayın Zebidli ile Ebu Cehil arasında geçtiğini söylemektedir. İslam Peygamberi, I/473.

[72] İbn Habib, age., s.57; Süheyli, age., I/157; İbn Kesir, age., I-II/697.

[73] İbn Habib, age., s.54-55; Hamidullah, İslam Peygamberi, I/53.

[74] İbn Hişam’ın tahkikli baskısında İbn İshak’tan naklen İraş olarak geçmekte, İbn Hişam ise bu kelimenin İraşe şeklinde olduğunu söylemektedir. Age., II/23.

[75] Hamidullah, İslam Peygamberi, I/54 Olay İbn Hişam’da geçmektedir. Age., II/23-24.

[76] İbn Hişam, age., I/111; İsfehani, Egani, XVII/295; İbnu’l-Esir, Kamil, I/474; İbn Kesir, age., I-II/698.

[77] İsfehani, Egani, XVII/297-298. E ve f şıkkındaki olaylar aynı olay olabilir. İsfehani’nin naklettiği şu bilgi bize hadisenin aynı olduğunu hissettirmektedir: "İbn Zübeyr’in dedikleri kendilerine ulaşan Abdurrahman b. Ebubekir ile Misver b. Mahreme aynı sözleri Hz. Hüseyin’e söylerler. Bu sözler Muaviye’ye ulaşır..." Egani, XVII/297.

[78] Hamidullah, İslam Peygamberi, I/54.

[79] Caetani, age., I/386.

[80] Caetani, age., I/388 Olay, İbn Hişam’da geçmektedir. Age., I/112.

[81] Caetani, age., I/388.

[82] Caetani, age., I/387.

[83] Caetani, age., I/387.

[84] Dipnot 64.

[85] İbn Hişam, age., I/110-111.

[86] İbn Kesir, age., I-II/696. Yakubi sadece ilk kısmı nakletmektedir. Age., II/17.

[87] İbnu’l-Cevzi, age., I/137; İbnu’l-Esir, Kamil, I/474. İbn Habib bu rivayeti "Hz. Peygamber bunu Medine’de söylerdi." diyerek nakletmektedir. Age., s.53.

[88] İbn Hişam, age., I/111; Beyhaki, Sünen, VI/596; İsfehani, Egani, XVII/290; Süheyli, age., I/158; İbn Kesir, age., I-II/698.

[89] İbn Sad, age., I/129.

[90] Tâhiru’l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, (I-II) İstanbul, Trs., II/105; Algül, İslam Tarihi, I/171 "İbn Habib’in Muhabber’i s.167’den naklen".

[91] Köksal, age., I/131.

[92] Yüksel, Ahmet Turan, İslam’ın İlk Döneminde Ticarî Hayat, İstanbul, 1999, s.44 dipnot 34 (Said el-Afgani, Esvaku’l-Arab fi’l-Cahiliye ve’l-İslam, s. 181’den naklen).

[93] Hamidullah, İslam Peygamberi, I/209.

[94] Umara, age., s.129-140, 140-145; Akgündüz, İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, s.66-72.

[95] Gadban, Münir, Fıkhu’s-Sire, (I-II), Çev: Adil Teymür, İstanbul, 1997, I/100.

[96] Gadban, age., I/100.

[97] İbn Habib, age., s.52; Süheyli, age., I/156; İbn Kesir, age., I-II/696.

[98] Gazali, Muhammed, Fıkhu’s-Sire, Çev: Resul Tosun, 2.baskı, İstanbul, 1991, s.85.

[99] Yıldız, Ahmet, Hılfu’l-Fudul’dan Günümüze Sivil Toplum ve Sendika, Ankara, 2009, s. 14.

[100] Berki, Ali Himmet -Osman Keskioğlu, age., s.45.

[101] Yaman, Ahmet, İslam Hukukunda Uluslar arası İlişkiler, Ankara, 1998, s.142-143.

[102] Gadban, age., I/99.