Anasayfa e Kitap Hayat Fotoraflar Kitaplar Linkler Ses Nkteleri iirler Yazlar Ziyareti Salavat English @ Mail
www.muhammedmustafa.net
MEDİNE-İ MÜNEVVERE

 

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

 

Ayşenur Kahveci

 

26 Nisan 2008 - www.haber7.com

Gül kokar Medine;

Bu mübarek şehre girdiğinizde, attığınız her adımda, her bir köşesinde,  gül kokusu sarar içinizi. Mekke’ye nisbeten sükunet hakimdir burada, neredeyse hiç gürültü olmaz, sanki herkes sözleşmiş gibidir alemlerin Efendisini rahatsız etmemek için.

Mütevazıdır Medine; Sokaklarda herkes birbiriyle tebessüm ederek selamlaşır, itinayla davranılır bu şehirde  kırmamak için kimseyi. Nasıl kırılabilir ki burda bir insanın kalbi. Peygamberimize ed_204"  ev sahipliği yaparken bu topraklar, sinesine sarıp sarmalamışken Efendimizi, O’nun razı olmayacağı bir şeyi nasıl yapabilir ki zaten Medineli. 

Medine’de ezan da bir başka okunur. Hayatınızda belki bir daha duyamayacağınız  bu eşsiz ezanı dinlerken  gözyaşlarınızı tutamazsınız. Bütün zerrelerinizde sizinle beraber bu ezanı dinler.

Etrafınıza bakındığınızda, Efendimizin yanına varmak için yarıştığını görürsünüz herkesin. Mescidine yaklaştıkça Nebinin, bir koşuşturma olur sokaklarda. Ümmet-i Muhammed, yeryüzünün en mübarek şehrinde, en mübarek insanın yanında namaza durmaya gider koşar adımlarla. Ravzasında namaza durmak için yarışırır adeta herkes. O’na yakın, O’na en yakın olmak için...

İmamın Allahuekber’inden sonra Allahuekber’ler karışır havaya... Her renkten, her dilden, her milletten milyonlarca müslüman cin ve insin Efendisi, yetimlerin babası, kimsesizlerin sahibi Habibullah’ın yanıbaşında, ezelden ebede tek olan Vahid-i Ehad  için, alemlerin Rabbi için mi’raca çıkar. Milyonlarca baş secdeye varır aynı anda. Uzun uzun okunur namaz sureleri, asr-ı saadette gibi hissedersiniz kendinizi Mescid-i Nebevi’de kıldığınız namazda.

Bir de Efendimizin arkasında, Efendimize tabi olarak namaza durduğunuzu hayal edince, işte o zaman, zaman  duruyor sanki. “Keşke hiç bitmese” dersiniz içinizden, ama rüya gibidir Nebi’nin mescidinde ki namazlar, bir bakarsınız ki bitivermiş her şey gibi.

 Namazın akabinden eller açılır semaya doğru, “Allahım” der bütün diller, ardından Efendimizin şefaati için yalvarışlar gelir. “Allahım, sen bana, bu günahkar kuluna buralara gelmeyi nasip ettiğin gibi, canım Efendimin bu kadar yakınına gelmeyi ihsan ettiğin gibi ihsan et şefaatini de, nasip et komşusu olabilmeyi de ve affet günahlarımı, temizle beni bütün çirkin günahlarımdan Habibinin hürmetine, O’nun gül hatırına affet beni Allahım" der ümmet-i Muhammed...

Gökde Allah ve bütün melekler O’na salatü selam ederken, yeryüzünde de milyonlarca insan salatu selam eder O’na.

Bahçesinde oturduğunuzda da bir başka huzurla dolar içiniz. Hele bir de yeşil kubbe ışıl ışıl parlıyorsa karşınızda, o zaman yeniden doğmuş gibi hafifler, kuş gibi hissedersiniz  kendinizi. Ne dünya derdi aklınıza gelir ne de bir başka şey.. Tarifsiz bir huzur kaplar gönlünüzü, herşeyden arınmış, sanki dünyada değilmiş de, Efendimizin yanındaymış  gibi olursunuz. “Ölüversem şimdi...” dersiniz kendi  kendinize, “ölüversem olmazmı? Kavuşamaz mıyım Peygamberime?

Geliverse Azrail de elimden tuttuğu gibi beni uçursa onun yanına doğru... olmaz mı?”. Böyle hayallere dalmışken bir de bakmışsınız sohbet ediyorsunuz alemlerin Efendisiyle... "Canım Efendim ben geldim, sana geldim, yanına geldim, tanıdın mı beni? Ümmetine kabul ettin mi? Şefaatin için yalvarmaya geldim..." diye haykırırken sessizce, buz gibi olur vücudunuz  heyecandan ve mutluluktan. Ve gözyaşlarınızdır heyecandan soğuyan yanaklarınızı ısıtan. Kendinize geliverirsiniz birden.

Etrafınıza baktığınızda, yeşil kubbeye sizin gibi yaşlı gözlerle ve titrek dudaklarla bakan bir sürü insan görürsünüz. Hepsi aynı  gözyaşının sıcaklığıyla uyanmışdır bu güzel  sohbetten  sizin gibi. Hepsi Peygamber aşığıdır .

Medine’dir her milletten insanı birleştiren. Bu mübarek mesciddir her dilden  insanı  bir araya toplayan, bu yeşil kubbedir her renkten insanı ağlatan... Çünkü Muhammed Mustafa’dır burda yatan, alemlerin Efendisi, iki cihan güneşi, bütün müslümanların önderi Muhammed Mustafa’dır burda yatan.

Vakit bir su misali akar gider buralarda. Siz bu mübarek mescidde, yeryüzündeki en güzel, en kutsal mescidde, Efendimizin huzurunda  sohbete dalmışken, bir de bakmışsınız ki akşam olmuş bile. Yıldızlarla süslenmiş simsiyah gökyüzünün altında da bir başka parlar Mescid-i Nebevi. Bembeyaz çehresiyle nurlar saçar etrafına, bakanların gözlerini kamaştırana kadar  parlar Efendimizden aldığı nuruyla. O parladıkça daha çok bakası gelir insanın.

Gecenin ilerleyen saatlerinde bir sessizlik çöker Mescid- Nebevi’ye, huşu içinde Kur’an okuyan müslümanların fısıltı halindeki seslerinin haricinde birde terlik sesleri gelir kulağınıza. Çocukların zayıf bedenleri de daha fazla dayanamayıp annelerinin kucaklarında uyuyakalırlar huzur içinde. O masumlar için daha huzurlu bir ortam yoktur heralde. Mübarek dedelerinin mescidinde, annelerinin şefkatli kucaklarında uykuya dalmak...

İşte bu  sessizlikte, bu huzurlu anda, yapılacak en güzel şeylerden birisi de Kur'an okumakdır şüphesiz. Zaten Efendimizin yanına gelip de Kur’an-ı Kerim okumamak olmaz elbette. Mescidde binlerce Kur'an-ı Kerim var. Burdaki Kur'anlar Türkiye’deki Kur’anlara göre biraz farklı  ama zamanla alışılıyor. Arapları Kur’an okurken dinlemek çok güzel oluyor. Öyle hisli okuyorlar ki, onları  böyle görünce  imrenmemek elde değil. Onlar gibi, Kur’an-ı Kerimi anlayarak okumayı kim istemez ki.

Yollarda yürürken, minicik çocukları babalarına Kur’an ezberlerini dinletirken görürsünüz. Buradaki çocuklar için çok normal bir durumdur bu, bu yüzden de gayet rahat davranırlar. Gelenden gidenden hiç rahatsız olmadıklarını farkedersiniz hemen. Gözgöze geldiğinizde mutlaka size gülümserler. Efendimizin mescidinde de bu miniklerden sık sık  görmek mümkün. Minicik  ağızlardan  Kur’an-ı Kerim’i dinlemek, kulların böylesine hoşuna giderken Allah’ın nasıl hoşuna gidiyordur kimbilir.

Peygamberimizin yanıbaşında, gerçek olduğuna inanamadığınız, rüya gibi olan tüm bu eşsiz güzelliklere dalmış giderken bir gerçek daha gösteriverir  kendini. Ama bu gerçeği pek görmek istemezsiniz. Her güzellik gibi burası da geçicidir ve ayrılık vakti gelmiştir artık. Yüreğinize düşen ayrılık sancısı sarar bütün vücudunuzu. Efendimizin yanına gelip de kim gitmek istemiştir ki? Hangi nasipsiz ister bunu? “Ben istemem Allah’ım, beni buralardan ayırma. Beni o nasipsizlerden etme, beni canım Peygamberimden, Habibinden ayırma Allahım” diye sızlar yüreğiniz  o anda.

Yeşil kubbeye en zor bakışdır bu firak bakışı. Bu kez gözlerinizden süzülen en mahzun yaşlardır  kubbeye bakarken ardı arkası kesilmeyen gözyaşları. Burada yaşamak bile değiştirmez bu acıyı. Yarın tekrar geleceğini bilmek bile dindirmez Peygamber aşığının hüznünü. Ayrılırken mescidden, mübarek bahçesinde yürürken vedalaşarak Nebiye, yüreğiniz sizinle değildir, bırakamamışdır Habibullahı, O’ndan ayrılamamıştır.

Gözleriniz, göremez oluncaya kadar yeşil kubbeye bakar akan yaşlarıyla. İşte böyle zordur mescidden ayrılmak. Yeryüzündeki en acı firaktır bu. Ne anadan ayrılmaya benzer, ne de babadan. Peygamberden müfarakattır bu...

O’na, asıl memleketimizde, cennette kavuşmak, dizinin dibinde mübarek ay yüzüne bakarak sohbetinde bulunmak, mübarek ellerini doyasıya öpmek ümidi, asıl vuslat ümidi, ayrılık  korkusu olmadan kavuşma ümidi, tek tesellimizdir Allah’ım. Bizleri bundan mahrum bırakma. Amin.