Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English

Kurban bayramı hac mevsimine denk geldi

Senai Demirci

"kurb" anımızla kesişmek üzere..

“Bu sene de kurban bayramı hac mevsimine denk geldi” türünden trajikomik cehaletlerin yaşandığı ülkemizde, ne yazık ki, hac ve kurban kesme ibadetleri, bu ifadeye pratikte bir haklılık kazandıracak biçimde, kuru bir eşzamanlılık içinde uygulanır oldu. Sahiden de kurban bayramı hac mevsimine denk gelmekten öte geçemiyor gibidir.. Haccın anlamından uzakta, hacıların herbirimiz adına yaşadığı afakî ve enfüsî terbiye sürecinden habersizce gireriz Kurban Bayramının sabahına. Oysa kurban ve hacc arasında sadece bir eşzamanlılık değil, “yakınlık”ta kesişen, “yakınlaşma” üzerinde buluşan bir eşanlamlılık vardır.

Garip ki, “yakınlık” ve “yakınlaşma” bayramı olması gereken Kurban Bayramında yaşarız bu uzaklık sorununu. Ramazan’da böyle bir sorunumuz olmaz. Ramazan Bayramı sabahına orucun ruhumuzda bıraktığı izlerle geliriz. Bayramı Ramazan boyunca yaşadığımız sıkı terbiyeyi hissederek idrak ederiz. Ramazan Bayramına oruçla erişen herkes, varlık sınavının, nimet imtihanının bittiğini hisseder. Bu hissediş sayesinde, o sabah yediklerinin ve Ramazan boyunca yedirilmediklerinin kendisine ait olmadığını, herşeyin, kendisinin de ait olduğu Malikül Mülke ait olduğunu yaşayarak anlar. Bu yüzden, Ramazan Bayramına oruçsuz girenlerin ‘şeker bayramı’ yakıştırması da tutmaz. Çünkü herkes, her yerde bayramı bayram yapanın Ramazan ve oruç olduğunu bilir, hisseder.

Peki, Kurban Bayramının “orucu” nedir? Kurban Bayramının “Ramazan”ı nerdedir? Bu bayramı anlamlı kılan, bayram gününü sahiden bayrama dönüştüren geçiş nerede, kimler tarafından yaşanır? İşte burada, oruç tutmak gibi herkesin heryerde yerine getiremediği bir özel ibadetten, Ramazan ayı gibi her iklime her coğrafyaya inivermeyen bir ‘mevsim’den söz açmak gerekiyor: Hacc. Orucun aksine, aramızdan ancak bazıları, ancak belli bir coğrafyada yaşar haccı.

Kurban, haccı yaşayanların bayramıdır. İhramlanıp Arafat’ta gündüzleyen, Meş’ar’e doğru akan, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlar, tıraş olur ve ihramdan çıkarlar. Artık hacc tamam olmuş sayılır. Arafat’ta yaşadığı muarefe, yani Rabbiyle tanış olma sınavından geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram sabahına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız gibi bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer. İhramda iken tek bir kıl bile koparılmasına izin verilmezken, bir yeşil yaprağı koparması yasakken, bayram sabahı bir canı, bir hayvanı boğazlamak üzerine vacip olmuştur. Hacının ihramı, bu anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu Ramazan Bayramına dili çözülmüş olarak girer, hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak girer. Kurban Bayramı sabahı, hacıdan bir önceki gün yasaklananları yapması emredilir. Kıl koparamazken tıraş olması istenir. Bir yaş yaprağı bile koparması men edilmişken kurban kesmesi istenir. Eli çözülmüştür artık. Şeytanı taşlamaya da hak kazanmıştır. Müzdelife’de yaşadığı şuurlanma sırasında toprağı kazarak topladığı taşlarla birlikte, eliyle ettiği/edeceği ne kadar kötülük varsa şeytanın yüzüne savuracaktır artık. Hacı Kurban Bayramının sabahına ferahlamış olarak girerek, sınavlarını geçmiş, engelleri aşmış olarak girer. Gün, kelimenin tam anlamıyla bayramdır artık.

Haccı yaşayanlar bu bayramı iyi bilir, iyi hisseder. Kurban kesen elin kendi nefsinin emrinde olmadığını, şeytana taş atarken eliyle ettiği şerlerin kendinden geldiğini, kestiği kurbanın ve hatta kendi kılının da kendi mülkü olmadığını bilerek eder bayramını. Öylece kurban kurban olur; Rabbine “yakınlaşma” günü olur.

Kurban bir can sınavıdır. Kurban bir yakınlık sevdasıdır. Kurban bir varlık sorunudur. Elimizdeki bıçak önce canımızın boynuna değer, varlığımızın boyutlarını keser ve Rabbimizden uzaklığımızı ölçer.

“Kurban, haccı yaşayanların bayramıdır” demiştik. “Haccı yaşayanlar” kimler, o halde? Sadece hacca gönderdiklerimiz mi? Hayır, haccın coğrafyasından uzaklarda da olsa, haccın mevsimine denk gelen günlerde yaşayan her mümin bu yakınlaşmayı yaşayabilir. Bayram öncesi ve sırasında getirdiğimiz “teşrik tekbirleri” bize hacca gönderdiklerimizin tekbir heyecanına iştirak ettirmek için olmalı. Kurban kesmekle de, hacıların içeriden yaşadığı o varlık bayramına dahil olmaya, can sınavına girmeye, mülkü Malikine teslim etme niyetine yakın olmaya çalışırız. Hem zaten hacıların orada yaşadığı da Hz. İbrahim’in[as] Rabbine yakınlaşma çabasına ve şeytandan ve nefsin iğvalarından uzaklaşma çabasına yakın olma telaşı değil midir?

Gelin görün ki, “haccı yaşama”ya olan uzaklığımız, haccı yaşamaya yakınlaşma vesilemiz olması gereken kurbanı da cehlimize kurban ediyor. Resulullah’ın [asm] sadece hacda kurban kestiğini, Kur’an’ın sadece hac yaparken kurban kesmekten söz ettiğini gerekçe göstererek, kurban kesme coşkusunu önünü kesmeye kalkanlar, önce haccın bu ülkede “yaşanılır” olmaktan çıkma nedenini görmelidir. Onarıcı bir yüreğin yapması gereken, insanları kurban kesmekten soğutmak ve uzaklaştırmak değil, insanları kurbanın anlamını kazandığı hacca ısındırmak ve yakınlaştırmak olmalıdır.

Gerçeği bir kez daha görelim. Bu ülkede, enaniyetten, makamdan ve mevkiden ve hiç olmazsa renkten ve milliyetten soyunup yalın bir mü’min olarak ümmetin içine katışmayı gerektiren haccın milliyetçiliği katılaştırır bir pratiğe dönüşmesi için elden ne geliyorsa yapılmıyor mu? Hacılar, illa türk olduklarını gösteren abartılı işaretlerle, tek tip kıyafetlerle hacca gönderiliyorsa, ümmet içinde ayrı bir unsur, ayrıcalıklı bir millet mi oluşturulmaya çalışılıyor? Bayraklı hacı gönderme ve hacı karşılama törenleri, tüm iyi niyetine rağmen, kurbanı küçümsemeye kalkanların gözüne bir sorun olarak görünmüyor mu? Hele de şu meşhur hac sonrası gurur itirafı “Müslümanlık bizdeymiş abi!” sözü, haccı “kavurma bayramı”na benzetenleri hiç mi rahatsız etmez? Peki, bir coğrafyayı boydan boya kardeşliğe boyayan kara yoluyla haccın engellenmesine ne demeli? Haccın ısrarla ve kasıtla pahalı tutulması, özel şartlarla engellenmesi sayesinde, dinde samimi olmaktan başka suçu olmayan bu halkın haccın kendisinden ve anlamından uzaklaştırılmasına ne diyorlar?

Gelin, kurbandan vazgeçmek yerine, kurbanı haccın anlamıyla anlamlandıralım. Hatırlayalım ki, bir mevsim hacca gönderdiğimiz insanlar, bu yakınlaşma telaşını dönüşte bize de bulaştırmak için gidiyor olmalıdır. Tıpkı, tüm vücudun kanının bir an için kalp ve akciğerde temizlenip tekrar vücuda dağılması gibi, haccda temizlenen ve durulaşan ümmet de İslam coğrafyasının her yanına, her noktasına, her ferdine bu yakınlığı taşırmalıdır. Yani, hacca gidenler sadece kendi adına gitmezler; o yıl manevi kan dolaşımının temizlenen kısmı olma nöbeti, kıblenin kalbine yakınlaşma sırası onlara gelmiştir o kadar. Bu temizliği ve yakınlığı dönüp bize de yaşatmak için gitmişlerdir. Ve öylece temizlenmiş olarak ve bizi de temizlemek üzere döneceklerdir.

Gelin, hacca denk gelen bu günlerde, alnımızın değdiği kıble kadar yakın, tek bir secdeyle gidip gelinecek denli yanımızdaki coğrafyalarda yaşanan bu yakınlık telaşını yakından yaşamaya gayret edelim. Haccı, hacıların gönlüne girerek yaşayalım. “Hayatını kaybeden hacı adaylarımız” haberleri yerine, hayatını haccla yeniden hayatlandıran hacı haberlerine kulak kabartalım. Bayrama, kurban bayramına öylece varalım.

Kurban kesmeyi küçümsemeye kalkanlar yanlış yerde duruyorlar. Kurbanı hafife almaya yeltenenler, eksik uygulamalar yüzünden bütün bir anlamı yok ediyorlar. Kurbanı lüzumsuz görenler, ölçüsüz bir saldırganlıkla safdil insanların hevesini kırıyorlar. Kurban kesmeyi küçümseyenlerin de, kurban kesmeyi küçümseyenlere malzeme olan safdillerin de sorunu aynı: Kurbanın anlamını Hacc’dan ayrı düşünmek. Bir diğer ifadeyle, “kurban kesmeyelim!” diyenler çoktan kesmişler kurbanlarını: Kurbanı haccdan kesmişler. Kurbanı önce cehaletlerine kurban etmişler.

Gelin, “Kurban Bayramı yine hac mevsimine denk geldi” haberine konu olmayalım artık. Meraklısı için doğru haberi de verelim: “Kurban Bayramı yine hac mevsimde derk edildi.”

Senai Demirci Eserler