Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa e Kitap Hayatı Fotoğraflar Kitaplar Linkler Ses Nükteleri Şiirler Yazılar Ziyaretçi Salavat English
Gül'ce

 

GÜL’CE

 

CAHİT YEŞİLYURT (1952)

 

Gün ışığı adını öperek uyandırır badem ağaçlarını

Her çiçek sana gözlerini açar gibidir

Kuşlar bile diktiğin seher imâretini

Sabah yelinin mahmûr saçlarında haşrolarak

Kutsar gibidir

Ve dolunay göğsünde taşıdığı için parmağının nadir kolyesini

Baygın bir yüzle dolaşır mutlu zamanlar dilberi gibi

Saçların karanlık geceler ayetidir

Yüzünü gören der: Kutlu olsun sabahımız

 

Ne vakit haberlerini duysam

Hoyrat ağızlardan

Nutkum tutulur bakar kalırım

Başını okşayarak büyüttüğün süreçlerin katına çıkar

Barbar bir minvalde topallayan günlerim

Ne güne dek yaban kapılarından toplayacağım

O cânım andacım

Adını çirkin bir akla bulayıp şölenlerde gezdiren

Buzul dudaklarında solduranlardan inan ki

Kıskanıyorum adını

 

Ne önemi var

Hurdahaş hayatların mezadına bunca rağbetin

Yadında çıkılır oysa göklerin emzirdiği bakir zamanlara

Güller saçlarına sokulan mevsimlerin tortusudur

Kızıl kıyamet bir efkâra teşne dudaklardır açılan

Bulutların dudaklarından dökülen salavatlardır

Bahar yağmurları

Ki bahar Tâhâ veYâsîn donanmaları gibi

Senin kamu âleme mâil rahîm gülüşündür

 

Senin biricik menziline yağan billûr saatlerin

Benim hüsran bahçelerini savuran kadavrama hayat üflesin

Tut ki sana dair sayfalar diye güvercinler

Çocukluğumun sedef burçlarına tünesin

Şol yüce cenahımızdan

İhlâl edilmiş taptaze ummanların

Cânlara cân taşıyan safası esip gelsin

Kederden yüzleri görülmeyenlerin

Yumuşasın tenleri gönülleri kamaşsın

Arş’a kök salan o kutlu başın

Şöyle bir dönüp yönelsin semtimize

Ha sen gülmüşsün bir an

Ha kardan bir kıyamet kopmuş üstümüze

Ha köklerin melekûtuna tutunmuş melûl yakarışlarımız

Ha sen “amin”lerle geçmişsin

Düşlerimizin saydam ovalarından.

 

Yıldızların cümbüşü kurcalayan izzetli parmakları

Şöyle değiversin diye sularına

Yanyana bekleşirlerdi kalpleri çarparak kadınlar ve çocuklar

Göklerin taze ilgisiyle baygın sularla

Abdest alsınlar diye seçkin arkadaşları.

 

Ah, yollarına bakıp duranlardan biri de ben olsaydım!

Ya da ayağına çabuk yel

Teşrifini fısıldayınca mescide

Birden yarılan saflar arasından

Süzülerek yanık misk kokularıyla

Sırtını mihraba yüzünü ashaba dönüp selâm verdiğinde

Yüzünün kereminden âşıklarına bağışlar sunup

Munis bir heybetle namaza durduğunda

Bir kuş olup mescidinin penceresine konsaydım

Kur’ân okuyan Kur’ân’ın sesini duysaydım!

Bir gülüşünü kapıp çığlık çığlığa

Medine’nin dağlarına düşseydim!

 

İçimizden biriydin

Arş’a kök salmıştı başın

Yüryüzünde gezinirken gövden

Omuzlarının arasını öpmek için

Sırtına sarmıştı gölgen

Tüm yaratılmışlara bir şefkat olarak geldin

Geçmişin ve geleceğin haberlerini getirdin

Bizim gibi yiyip içsen de

Asla değildin bizim gibi

Sana vahyolunuyordu ötelerin ötesinden

 

İmâret: Şenlendirmek, emirlik, beylik

Mahmûr: Uykulu

Haşrolarak: Dirilerek

Dilber: Gönül alan

Ayet: Açık âlamet, nişan

Hoyrat: Kaba, biçimsiz

Nutk: Söyleyiş

Barbar: Kaba, zalim, vahşi

Minval: Tarz, şekil

Yaban: Yabancı

Andac: Yadigâr

Hurdahaş: İyice küçük parçalara ayrılacak şekilde kırılmış

Mezad: Artırma şeklinde yapılan satış

Yad: Yabancı, anmak

Efkâr: Fikirler

Teşne: İstekli 

Kamu: Bütün, herkes

Mâil: Meyilli

Rahîm: Merhamet eden, acıyan

Menzil: İnilen yer, ev

Kadavra: Üzerinde tıbbî çalışmalar yapılan ceset

Cenah: Yön, kanat

İhlâl: Bozmak

Umman: Okyanus

Melekût: Ruhlar âlemi, birşeyin iç yüzü

Melûl: Bezmiş, usanmış

Cümbüş: Eylence

Teşrif: Şereflendirmek

Misk: Güzel koku

Mihrab: Camide imamın durduğu yer

Ashab: Arkadaşlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i gören ve onun sohbetinde bulunan müslüman kimseler

Munis: Alışılmış, cana ya