Bu konunun seçiminde, son günlerde dozunu ciddi boyutlara varacak derecede artıran Kainatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem)’ni sıradan bir insanmış gibi görmeye ve göstermeye çalışan, hatta bazen saygı sınırlarını aşan tavır ve yaklaşımlar etkili olmuştur diyebilirim. O’na ismiyle hitap eden, zikri geçtiği yerde bir salavatı bile fuzuli addeden bu güruh maalesef bu yaklaşımı bilimsellik ve çağdaşlık için sergilemektedirler. Oysa saygı sevgi ile iç içe kavramlardır. Sevgi beraberinde saygıyı istilzam eder. Bu hakikati ikrar mahiyetinde Cenab-ı Hakk: ‘De ki: Allah'ı seviyorsanız, Bana (Yani Efendimiz (s.a.s)’e ) uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ (Ali İmran, 31) buyurur. Çok acı ve acıklıdır ki bu zihniyet genellikle O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nun getirmiş olduğu değerler manzumesinin temsilcileri konumundaki ve bu sayede nafakalarını karşıladıkları sözde uzmanları tarafından dillendirilmektedir. Ve yine ne hazindir ki bu çevreler O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sıradan beşer görme ve gösterilmesini adeta vazife edinmektedirler. Oysa O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu en yakından tanıma ve takip etme bahtiyarlığına ermiş olan kimselerin Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şahsiyet ve makamı hakkında bizlere naklettikleri tablo çok farklıdır. Bu konuda o mübarek kutluların tespit ve algılamalarının günümüz hakarete varan olumsuz görüntüleriyle mukayesesi yönünden elbette çok değer arz edecektir. Bu noktadan hareketle mevzuyu dinimizin en temel iki kaynağı Kitap ve Sünnet perspektifiyle ele almaya çalışacağız.
Sevgi nedir nasıl olmalıdır?
Sevmek sevilene karşı aşırı muhabbet göstermek, aklen, fikren onunla olmak, sevilen için yaşamaktır. Onunla beraber olma arzusu içinde kıvranmak, onunla beraber olmak, ona benzemek, onun hoşlandıklarını hoşlanıp, sevmediklerinden kaçınmak, onun hal, ahval, tavır ve diline benzemektir.
Rivayet edilir ki: birbirlerine kırılan iki arkadaştan biri uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar. ‘Kim o?’ diye seslenir içerdeki. ‘Benim’ der kapıyı çalan. ‘Burada ikimize birlikte yer yok’ diye cevap verir öbürü.
Aradan uzunca bir zaman geçer. Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını. ‘Kim o?’ diye sorar yine içerdeki. ‘Sen’im!’ der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır. Hz. Mevlana da: ‘Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliğinizi bırakıp adeta ‘o’ olmalısınız’ diye anlatır hakiki muhabbeti. İşte sevmek ‘o’ olmaktır. Kalbi sadece ‘o’na hasretmektir.
Bu zaviyeden hareket edilecek olursa Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i gerçekten seviyor ve bu sevginin karşılığı olan saygıyı gösteriyor muyuz? Önce Kainatın Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem)’ niçin sevmemiz gerektiğinin değerlendirilmesini yapalım.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevgi ve saygı borcumuz vardır. Bu mevzuda zikredeceğimiz o kadar kriter vardır ki, alt alta sıralanacak olsa herhalde bir makale sınırını çoktan aşacaktır.
Varlık aleminde yaratılmış bir varlık olmak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmemizi gerekli kılar
Her şeyden önce kainatta yaratılmış bir varlık olmak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e borçlu olmayı intaç eder. Zira kainat, O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nun yüzü hürmetine halk edilmiştir. O (sallallahu aleyhi ve sellem) olmasaydı kainat olmayacak, insanlık varlık alemine teşrif etmeyecek, mahz-ı şer olan yoklukta kalacaktı. Bediüüzaman bu mevzuda şöyle der: Bir zaman küçüklüğümde hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki, fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım ikincisini arzulayıp birincisinden "Âh!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim." dedi. (Bediüzzaman, Asây-ı Mûsa)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Allahu Teâla şöyle buyuruyor: ‘Doğrusu bu Kur'an'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’ (Enbiya, 106-107) Zira onun dünyaya teşrif etmesi ile kainatta var olan canlı-cansız her mahluk nasibini almıştır. Öncelikle vahye muhatap olan ins ve cin O’nun ebediyetlere daveti ile dünya ve ahiret saddetine nail olmuşlardır.
Varlık aleminde insan olmak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmemizi gerekli kılar.
Varlık aleminde insan olarak bulunmak yine O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nun karşısında minnetli olmamızı gerekli kılar. Zira Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmiş olduğu değerler manzumesi ile bizlere insanlığımızı öğretmiştir. Tebessümün dahi ibadet olduğunu biz O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nun hedy ve siretinden öğrenmiş bulunuyoruz.
İman nimeti Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmemizi gerekli kılar.
İman, iki cihan saadetinin olmazsa olmaz anahtarıdır. Allahu Teâla Hucurat 7. ayette şöyle buyuruyor: ‘Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi.’ Bu ayetten anlaşıldığı üzere Rabbimiz bize imanı sevdirmiş, kalplerimizde de onu tezyin etmiştir. Bu durumda kalplerimizde sevdirilen iman ile bu imanın en güzel temsilcisi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bittabi sevilecektir. Diğer bir tabirle O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sevmek fıtratımıza derc edilen iman sevgisi gereğidir.
Bir hadislerinde Efendimiz Hz. Ali (r.a)’ye: ‘Allâh'a yemin ederim ki Cenâb-ı Hakk'ın senin vâsıtanla bir tek kişiyi hidâyete kavuşturması, (en kıymetli dünya nimeti sayılan) kırmızı develere sâhip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhârî, Ashâbu'n-Nebî, 9).’ buyurur. O halde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bizlere iman nimetiyle tanışmamıza vesile olduğu için en azından minnet borcumuz gereği sevmeliyiz.
Rabbimizi tanıtan buyruklarını biz insanlığa taşıyan peygamberlerin üzerimizdeki hak ve minnetleri tartışmasız çok büyüktür. Nereden geldiğimizi, niçin geldiğimizi, nereye gidiyor olduğumuzu, Rabbimizin bizden ne talep ettiğini onlardan öğreniriz. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’de kıyamete kadar bütün insanlığa alemlere rahmet olarak gönderilmiş hatemu’l-enbiyâdır. O (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlerin kitaplarında geleceğini haber verdikleri reisleri, evliyanın seyyidi, bir mescid olan yeryüzünün Medine minberinde hatip olarak bütün insanlığa seslenen, onları saadet-i dâreyne davet eden mübelliğ, mübeyyin ve mübeşşirdir.
‘İşte, O Zât'ın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa; her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı didar edecektir.’ (Bediüzzaman, Mesnevi, 25.)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlığın rüşd-ü kemaline ermesi için vesiledir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmiş olduğu değerler manzumesi ile en eşref varlık olarak yaratılmış olan insanın bünyesinde var olan tılsımı idrak etmesi ve neticesinde evc-ü kemâlini bulmasına vesiledir.
‘Kâinatın kemalâtını keşfeden canlı bir güneştir. Saadet-i ebediyeyi ihbar ve tebşir ediyor. Nihayetsiz rahmeti keşfetmiş, ilân ediyor. Saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı ve esma-i İlahiyenin gizli definelerinin keşşafıdır.’ (Bediüzzaman, Mesnevi)
O öyle bir ışıktır ki onunla zulumât dağılmış, O’nun rehberliği ile medeniyetler meydana gelmiştir. ‘Öyle ise, ondan sonra gelen asırların o zâttan aldıkları feyizlere dikkat etmek üzere geri dönelim. Bak arkadaş! Bütün bu asırlar, o Asr-ı Saadet'in güneşinden Ebu Hanife, Şafiî, Ebu Yezid, Cüneyd-i Bağdadî, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Ebu Hasen-i Şazelî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî (Radıyallahü anhüm ecmaîn) gibi binlerle nuranî ziyadar yıldızlar ayrılıp, âlem-i beşeri tenvir etmişlerdir.’ (Bediüzzaman, Mesnevi)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetine düşkün, onlara karşı çok vefalı, fedakâr ve merhametlidir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hastaları ziyaret eder, ihtiyaç sahiplerinin hal ve durumunu sorar, gerektiğinde onlara yardım ederdi. Kendisine derdini anlatmaya gelen olursa sözünü kesmez, edebilirse yardım ederdi. Cenab-ı Hakk bu bağlamda şöyle buyurmaktadır: ‘Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere çok şefkatli, çok merhametlidir. (Tevbe, 9/128)
İbn Abbas (r.a) kanalıyla gelen bir rivayette Efendimiz: ‘Ümmetimi meşakkate sokacağımdan endişe etmeseydim, yatsı namazlarını geç kılmalarını emrederdim’ buyurur. Hz. Ebu Hureyre (r.a) kanalıyla gelen bir diğer hadiste ise: ‘Ümmetime sıkıntı vereceğinden çekinmeseydim onlara her abdest alışlarında misvak kullanmalarını emrederdim’, buyurur. (İlgili örnekler için bkz. Çakan İsmail Lütfi, Sünnetin Bütünlüğü, (Hz. Peygamber ve Aile hayatı Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi) s. 124, İstanbul, 2006.)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) merhamet peygamberidir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) lanet peygamberi olmamıştır. Başta kendi kavminden olmak üzere karşılaştığı her türlü ezâ ve cefa karşısında hep sabır göstermiş, beddua etmemiştir.
Örneğin Tufeyl bin Amr, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelir, kabilesinin İslama girmeyi reddettiğini ileterek onlar için beddua talebinde bulunur. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise ellerini kaldırır ve: ‘Allah’ım, onlara hidayet ver, onları imana getir.’ buyurur. Aynı durum Sakif kabilesi için de mevzu bahistir. Yapılan savaşta Sakif okçuları Müslümanlara çok zarar vermiştir. Sahabeden bir kısmı, ‘Ya Resulullah Sakif kabilesinin okları bizi yaktı, onlara beddua et!’ deyince, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Allah’ım, Sakife hidayet ver!’ buyurur.
Bir sefer dönülmektedir. Rahmet peygamberi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem bir ağacın altında istirahat etmektedir. Birden bu fırsatı bekleyen bir müşrik elinde kılıçla Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına sokulur. Ve: ‘Söyle bakalım seni elimden kim kurtarır? der. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): Sadece: "Allah!" der. Birden kılıç elinden düşer. Bu sefer Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): kılıcı eline alır ve: ‘Şimdi benim elimden seni kim kurtaracak?’ diye sorar. Müşrik ise ‘Hiç kimse.’ der. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Haydi, gidebilirsin, seni affettim" deyince bu zat Müslüman olur.
Allahu Teâla O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sevmemizi talep etmiştir.
Cenab-ı Hak bizatihi bu mevzuda ‘Müminlerin, Peygamber'i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.’ (Ahzâb, 33/6) buyurmaktadır. Emir de mutlak itaati gerektirir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: ‘Sizden biriniz, beni atasından babasından, evlatlarından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam anlamıyla iman etmiş olmazsınız.’ (Buharî, iman, 8; Müslim, iman, 70)
Allahu Teâla Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne salât etmemizi emretmektedir.
Cenab-ı Hak bizzat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e Tebrik etme, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelen ‘salavat’ı getirmemizi emretmektedir. ‘Allah ve melekleri, peygambere salavât getirirler. Ey Mü’minler! Siz de ona salât (dua) edin ve samimiyetle selâm verin.’ (Enbiya, 107) Bir çok fukaha bu emr-i İlahinin aynı şehadet gibi farziyet anlamı taşıdığını söylerler. Buradan O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sevmenin farziyetini istilzam etmektedir. “Bizler bu şekilde salât u selâm okumakla, Nebiler Sultanı (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ahd ü peymanımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluyoruz. "Seni andık, Seni düşündük; Allah Teala'ya Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk" demiş oluruz. O’na müracaatımızla mevcudiyetini, büyüklüğünü kabullenmiş ve küçüklüğümüzü, hiçliğimizi ilan etmiş; aczimiz ve fakrımızla beraber, şiddetli ve çok büyük bir günün endişesiyle melce ve mencâ olarak Resul-ü Ekrem'e dehâlet etmiş, arz-ı ihtiyaç ve arz-ı halde bulunmuş oluyoruz.” (Bkz. Sargın Süleyman, Efendiler Efendisine Bir Demet Salavât: Delâilü'l-Hayrât, Yeni Ümit, Nisan - Mayıs - Haziran 2006, Sayı :72 Yıl :18)
Allahu Teâla O (sallallahu aleyhi ve sellem)’na ittiba etmeyi kendisine sevgi ile kıyaslamıştır.
Sevgi yukarıda da belirttiğimiz gibi insan ruhunun değer verdiği bir tarafa meyl etmesi, onu gaye-i hayal edinmesidir. Dolayısıyla sevmek sevilenin arzusunu yerine getirmeyi ister. Sevilen/sevilecek olan Rabbimiz ise bu gerçek daha da önem arz edecektir. Yani O (c.c)’nu sevmemiz yine O (c.c)’nun emirlerini yerine getirmemizle gerçekleşecektir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şu ki Rabbimiz Ali İmran, 31. ayette: ‘De ki: Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.’ buyurmaktadır. Yani kendisini sevmemizin şartını Efendimize ittiba ile mukarin kılmaktadır. Zira netice olarak Efendimize ittiba yine Rabbimize ittiba demektir.
‘O halde Allah’ı sevenler bu emr-i ilahiyi tebliğ eyleyen Rasulullaha muhalefet etmemek ve onun talimatı tebligatına tâbi olmak ve onu numüne-i imtisal addeylemek lazım gelir. Bu itaat doğrudan doğruya Allah'a itaattır. Çünkü Hz. Muhammed'in şahsı ve bedeni varlığı bakımından değil, O'nun peygamberlik görevi bakımındandır ve Allah adına vekalet yoluyla olan bir itaattir. Yani, bana uyunuz, demek, "Allah'a ve Resule uyunuz!" demektir. (Bkz. Yazır Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili yeni Mealli Türkçe Tefsiri, İstanbul, 1936, II/1076-1077, )
Kur’ân O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu övmüş ve sevgisini bizzat kendi hitabıyla takyid etmiştir.
‘Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.’ (Ahzâb, 21) O ‘alemlere rahmet’ (Enbiyâ, 107), ‘büyük ahlak sahibi’ (Kalem, 3)’dir.
Efendimizin isminin ‘övülen’, ‘çokça övülen’ anlamına gelen Muhammed olması dikkat çekicidir. Yeryüzünde övülmüş olmasından dolayı ‘Muhammed’ ismiyle, göklerde yeryüzünden daha fazla övülmesinden dolayı da ‘Ahmed’ ismiyle adlandırılmıştır.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisinin sevilmesini talep etmiştir
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmek onun getirmiş olduğu Kur’ân’ı sevmek, değerler manzumesini sevmek demektir. Bu noktadan hareket edilecek olursa Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi beşerî zâtını değil temsil ettiği risalet vazifesiyle bütünleşmiş olan mübarek şahsiyetinin sevilmesi gerektiğini vurgulamak istemiştir.
Hz. Ömer (r.a): ‘Yâ Rasûlallah! Sen'i canım dışındaki her şeyden çok seviyorum!..’ der. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer (r.a)’ın elini tutar ve: ‘Beni canından çok sevmedikçe olmaz, Yâ Ömer!’ buyurur. O da hemen: ‘Canımdan da çok seviyorum Yâ Rasûlallah!’ der. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Şimdi oldu.’ buyurur.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’den Medine’ye hicret etmiş Nuhacirlere kucak açan Ensarı sevmenin iman alameti olduğunu ifade eder. ‘Ensâr'ı sevmek, iman alâmetidir. Münafıklığın alâmeti ise, Ensâr'a kin ve düşmanlık duymaktır.’ (Buharî, Menâkıbu'l-Ensâr, 4) Buradan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmenin evveliyatla imanın gereği olduğunu istinbat edebiliriz.
Sahabe-i Kiram Hazretleri (r.a.m)’nin Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e olan tutumları bizlere örnektir
Yukarıda da belirttiğimiz üzre Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i en yakından tanımış olan, her hareketini takip ve tespit eden sahabe-i kiram hazretlerinin bu mevzudaki yaklaşımları bizim için en önemli hüccet olmalıdır.
Sahabe-i Kiram Hazretleri (r.a.m) bizlere de bu mevzuda rehber olmuşlardır.
O konuşunca rüzgar bile susuyor. Bedir’de ‘Ey Ashab Hazır mısınız?’ diyen Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)’e Sa’d b. Muaz ayakta söyle cevap veriyor: ‘Ya Rasulallah seni hak dinle gönderen Allah’a hamd olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan bizde seninle birlikte dalarız, Allah’ın bereketiyle yürüt bizi.’
Ömer b. Hattâb (r.a.)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: “Ebû Bekir, efendimiz ve bizim en hayırlımızdır. Rasûlullah (s.a.v.)’e de en sevgili olanımızdır.” (Buhârî, Menakıb: 17)
Sahabe-i Kirâm Hazretleri Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i o kadar sevip sayıyordu ki O(sallallahu aleyhi ve sellem)’nu her davranışlarında örnek almaya çalışıyorlardı. Bu mevzuda verilecek olan örnekler o kadar çoktur ki. Örneğin O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nun hayatın her safhası ile ilgili tavsiye ve değerlendirmelerini akıl sır erdiremeyen bir müşrik: ‘Görüyorum ki dostunuz (Muhammed) size her şeyi, ama her şeyi hatta helâya nasıl oturacağınızı bile öğretiyor’ der. Selman-ı Farisi (r.a) bütün vakar ve ciddiyetiyle cevaben: ‘Evet, bize her şeyi o öğretiyor’ der ve tuvalet adâbıyla Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den işittiği tavsiyelerini teker teker sıralar. ‘Peygamber böyle şeylerle meşgul mü olurmuş demeye getirenlere gerçeği bütün safiyet ve açıklığı ile haykırıyordu: ‘Evet, bize her şeyi o öğretiyor’. (İlgili örnekler için bkz. Çakan İsmail Lütfi, Sünnetin Bütünlüğü, (Hz. Peygamber ve Aile hayatı Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi) s. 127, İstanbul, 2006.)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in azılı düşmanı Beni Mustalık kabilesinin reisi Haris’in kızı Hz. Cüveyriye ile onun öncülüğünde kabileleri İslam’a ısındırmayı hedefleyerek evlenmesinin ardından Ensar ve Muhacirler Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e olan saygı ve sevgileri neticesinde O(sallallahu aleyhi ve sellem)’nunla akrabalık bağı bulunan bir kabilenin insanları esir edilemeyeceği düşüncesiyle alınan bütün esirleri salıvermişlerdir.
‘Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a) anlatıyor: ‘Rasulullah kendisine bir yiyecek sunulduğu zaman yiyeceği kadar yer, artanı bana gönderirdi. Bir gün içinde sarımsak bulunan bir kap yemeği hiç el sürmeden bana iade etti. Bunun üzerine kendilerine gittim ve ‘sarımsak yemek haram mı’ dedim. O (sallallahu aleyhi ve sellem): ‘Hayır, haram değildir, ancak ben kokusundan dolayı hoşlanmıyorum’ buyurdu. Ebû Eyyûb el-Ensâri (r.a) de: ‘O halde, sizin hoşlanmadığınızdan ben de hoşlanmıyorum’ dedi.’ İlgili örnekler için bkz. Çakan İsmail Lütfi, a.g.e, s. 121.)
Ayrıca Sahabe-i Kirâm’ın Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e hitaben ‘Canımız sana feda olsun Ya Rasûlallah’ ‘Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah’ ‘Dahîlek ya Rasulallah’ gibi ifadeler bu mevzudaki hassasiyetlerine en güzel örnektir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ademoğularının en hayırlısıdır.
Abbâs b. Abdulmuttalib (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasûlü! Kureyş oturup kendi aralarında neseblerini görüşüp konuştular ve seni de kendiliğinden yetişen süprüntü gibi bir hurma ağacına benzettiler” dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah, mahlukatı yarattı beni de onların en hayırlılarından ve iki fırkanın (Arap ve Acem) de en hayırlısından kıldı. Sonra kabileleri yarattı. Beni de kabilelerin en hayırlısından kıldı. Sonra hayırlı aileleri yarattı beni de hayırlı aile Benî Hâşim’den kıldı. Ben şahıs olarak onların en hayırlısı aile olarak ta en hayırlısıyım.” (Tirmizi, Menâkıb; Müsned: 1692)
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İnsanların mahşer yerine çıkarılacakları gün kabrinden ilk çıkarılacak olan benim. İnsanların Allah’a vardıkları zaman hatibleri benim. Onların her şeyden ümidlerini kestikleri zaman müjdeleyici benim. Hamd sancağı o gün benim elimdedir. Rabbimin yanında ademoğullarının en değerlisi benim fakat övünmem.” (Tirmizi, Menâkıb; Müsned: 12013)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geçmiş ve geleceklerin en hayırlısıdır.
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabından bazı kişiler, kendisini beklemek üzere oturmuşlardı. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıktı onlara yaklaşınca onların konuştuklarını duydu. Bazıları şöyle diyordu: “Şaşılacak şey doğrusu Allah yaratıklarından birini dost edinmiş, İbrahim dost edinmiş diğer bir kısmı ise Musa’nın Allah’la konuşması daha hayret verici bir şeydir. Allah onunla apaçık konuşmuştur. Diğer bir kısmı ise İsa Allah’ın kelimesi ve ruhudur. Diğer bir kısmı da Adem, babasız şekilde yaratılmış, seçkin insandır, dediler.” Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onların yanına geldi selam verip şöyle buyurdu: “Konuşmalarınızı ve hayret ettiğiniz şeyleri dinledim. İbrahim, Allah’ın dostu olup o bir gerçektir. Musa’da Allah’ın konuştuğu seçkin bir kimsedir, bu da doğrudur. İsa’da Allah’ın ruhu ve kelimesidir. Buda bir gerçektir. Adem: Allah seçmiştir. Bu da bir gerçektir. Dikkat ediniz Allah’ın sevgilisi övünmeksizin benim övünme yok. Kıyamet günü hamd sancağını taşıyacak olan benim övünmek yok… Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan benim şefaati kabul edilecek olanda benim. Fakat övünme yok… Cennetin kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek olan benim. Allah bana Cennet kapısını açacak beraberinde olan mü’minleri ve fakirleri Cennete sokacaktır, fakat övünme yok… Ben geçmişlerin ve geçeceklerin en değerlisiyim, fakat övünme yok…” (Dârimî, Mukaddime: 27)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlerin en hayırlısıdır.
Übey b. Ka’b (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Peygamberler içinde benim örneğim bir ev inşa edip onu en iyi şekilde yapıp bir tuğla yeri eksik bırakan kimsenin durumu gibidir. İnsanlar bu binanın çevresinde dolaşırlar ve ona hayran olurlar ve o tuğlanın yeri de yapılmış olsaydı derler. İşte Peygamberler içinde benim yerim o tuğlanın yeri gibidir.’ (Tirmizi, Menâkıb; Müsned: 20392)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) içtimâi hayatın en büyük mürebbisidir.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Cahiliye dönemi adet ve alışkanlıkları ile insanlık onurunu ayaklar altına almış bir yaşam içindeki bir toplumundan yeryüzünün gelmiş geçmiş en hayırlı insanları olmasına vesile olmuş üstâd-ı ekberdir.
‘Arkadaş! O zâtı harekete getirip o inkılabları kendisine yaptıran ancak bir kuvve-i kudsiyedir. Evet bilhassa Ceziret-ül Arab'da yaptığı inkılab ve icraata bak!..
O sahralarda, o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıb ve asabiyetlerinde fevkalâde inadçı ve kasavet-i kalb ve merhametsizlikte emsalsiz ve hattâ diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. O zât-ı nuranî kısa bir zamanda o kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hattâ o zât-ı mürşidin (sallallahu aleyhi ve sellem) telkin ettiği iman nuru sayesinde, o vahşi insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında, medenîlere üstad oldular.’ (Bediüzzaman, Mesnevi s. 25-26.)
‘Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, bir şeyi tiryakisinden ref'etmek pek zahmettir. Hattâ büyük bir hâkim, büyük bir azim ile küçük bir kavimde itiyad edilen bir hasleti kaldırmakta büyük müşkilâta rast gelir. Hâlbuki bu zât-ı nuranî, pek çok âdetleri, pek çok asabî, inatçı kavimlerden, cüz'î bir kuvvetle, kısa bir zamanda kaldırarak, yerlerini yüksek, nezih ahlâk ve âdetler ile doldurmuştur.
Evet Hazret-i Ömer İbn-ül Hattab (r.a)’ın İslâmiyetten evvel ve sonraki halleri bu mes'eleye güzel bir misaldir. Bunun gibi icraat-ı esasiyesinden binlerce hârikalar vardır. O zâtın o zamandaki icraatına hârika diyoruz. Acaba bu zamanın yüzlerce feylesofları, o zamanda o vahşet-âbâd cezireye gidip, pek uzun zamanlarda o vahşileri ıslah için çalışsalar, o zât-ı mürşidin bir senede muvaffak olduğu kadar, onlar elli senede muvaffak olabilirler mi? Hâşâ!’ (Bediüzzaman, Mesnevi s. 26.)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) cennet’teki en yüksek dereceye sahiptir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan vesileyi isteyiniz.” Ashab: “Ey Allah’ın Rasûlü! Vesile nedir?” dediler. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Cennet’teki en yüksek derecedir ve ona sadece bir kişi sahib olacaktır. O kişinin ben olacağımı ümid ederim.” (Tirmizi, Menâkıb; Müsned: 7281)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) sahip olduğu ahlaki değerleri ile sevilmeye en layık olandır.
Bir insan, bütün güzellikleri, bütün kâmil vasıfları bir arada cem etmesi mümkün değildir. Ancak o insan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) olursa durum değişir. O (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah (c.c)'ın ifadesiyle ahsenu'l-hâlikîndir. O (sallallahu aleyhi ve sellem), bütün güzel vasıfları üzerinde cem etmiş, Allah (c.c)'ın isimlerinin üzerinde tecelli ettiği bir şahsiyettir. O (sallallahu aleyhi ve sellem), hem imam, hem muallim, hem hatip, hem komutan, hem hâkim, hem ailesi içinde ideal eş, kızı Fâtıma'ya ideal baba, hem muttakî, hem emîn, hem âdil, hem sabır kahramanı, hem hem hem, satırların almayacağı, sözcüklerin kifayet vermeyeceği hemhemler.
‘Bütün ahlâk-ı hamîdenin en yüksekleri o zâtta içtima etmiş olduğuna bütün âlem şehadet ediyor. Ve keza en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek seciyeleri câmi' bir şahsiyet-i maneviye sahibi olduğuna icma vardır. Ve keza o zâtın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle mâlik olduğu kuvvet-i imaniye ile musaddaktır. Ve keza siyer-i Nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsuku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat'î delillerdir.’ (Bediüzzaman, Mesnevi s. 23.)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’deki yaşamı boyunca yüce ahlak ve faziletlerinden dolayı ‘emîn’ olarak bilinir.
O (sallallahu aleyhi ve sellem)'nun hakkında Hz. Âişe (r.a): 'Ahlakı Kur'ân'dı' der. Evet Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yaşayan Kur'ândı. Kur'ân'ın, canlı tatbîki idi. Kur'ân'da nâzil olan emir ve yasakların tafsilatı O (sallallahu aleyhi ve sellem)'nun hayatındaki uygulaması idi.
Allahu Teâla bu hakikatı ifade sadedinde: ‘Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sahipsindir.’ (Kalem, 68/4) buyurur. Kendileri de (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta: ‘Rabbim bana edebi güzel bir surette ihsan etti, edeplendirdi’ buyurur. Onun edebi, ahlakî vasıfları Kur’ân-ı Kerîm’den sonra getirmiş olduğu en büyük mucize olarak kabul edilir. Zira böylesi bir terbiye ve ahlaki değerler ancak Yüce Rabbimizin terbiyesinden geçmiş olmayı istilzam eder.
Aşağıda örnek kabilinden serdedeceğimiz taşımış olduğu vasıflarının her birisi O’na sevgi ve saygıya gerektirecek birer alt başlık mahiyetindedir:
O (sallallahu aleyhi ve sellem)'nun hal ve davranışlarında aşırılık yoktu. Lüzumsuz söz söylemez, az ancak öz konuşurdu. Konuşurken tane tane konuşur, bazen sözcüklerini tekrar ederdi. Konuşurken yüksek sesle konuşmaz, kimseyi incitmez, kimseye fena söz söylemezdi. Kötü söz söylemezdi. Kınayıcı, hata arayıcı değildi. Konuşmaya başladığı zaman etrafındakiler O’ndan etkilenir, başlarında sanki kuş varmış gibi hareketsiz dinlerlerdi. Onların güldükleri şeye O (sallallahu aleyhi ve sellem) da gülerdi. Her sözü hikmet doluydu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir şeye işaret ettiğinde elinin tamamıyla işaret eder, bir şeyi beğendiğinde de elini hareket ettirir, Hareketleri hep ağır başlı idi. Yumuşak ve alçak gönüllü idi. Birisiyle konuşurken ona bütün vücuduyla yönelirdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yüzünde tebessüm eksik olmazdı. O(sallallahu aleyhi ve sellem)’na bakan rahat ederdi. Herkesin gönlünü alır, herkesi hoşnut ederdi. Ashabı ile arasında duvar örmemişti. Herkese değer verirdi. Herkese alçak gönüllü davranırdı. Kimse O(sallallahu aleyhi ve sellem)’nunla birlikte olmaktan rahatsız olmamıştı. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) öfkeden sakınırdı. Kızması da din ve diyanet içindi. Bu durumda kızgınlığını gidermek için ayakta ise oturur, abdest alır, namaza başlar, Allah'ı tesbih ederdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç aceleci davranmazdı. Ashabı ile istişare etmek en önemli sünnetiydi. Karşılaştığı kimseye ilk selam veren O (sallallahu aleyhi ve sellem) olurdu. Çocuklara da selam verirdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) akraba, eş-dost canlısıydı. Vefâ vasfı en bariz vasıflarındandı. Üzerinde tefekkür hâkimdi. Ağır başlı, ciddi, aynı zamanda çok kolaydı. Bir yere izinsiz girmezdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın bir diğer önemli vasfı nefsini müdafaa etmemesiydi. Münakaşaya girmez, çok konuşmaz ve kendisini ilgilendirmeyen bir meseleye kesinlikle karışmazdı.
Bu gibi vasıflardan sadece biri bile sahibinin halk nezdinde sevilmesini ve sayılmasını istilzam ederken, O (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ve benzeri daha birçok üstün vasıflarla donanmış örnek insandır.
Sonuç
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i sevmeliyiz.
Öncelikle O (sallallahu aleyhi ve sellem)’u insan olması hasebiyle yani Rabbimizin bir sanatı olması ve bu sanat içinde de en güzeli olması sebebiyle sevmeliyiz.
Cenab-ı Hakk’ın O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sevmemizi talep ettiği için sevmeliyiz.
Önce varlık âleminde yaratılmış bir varlık, ardından bir insan olmamızın gereği sevmeliyiz.
İman nimeti ile serfirâz olmamızın gereği minnet borcu altında sevmeliyiz.
Bizleri insanlığın rüşd-ü kemaline erdirmede vesile olduğu için sevmeliyiz.
Ümmetine karşı düşkün, vefalı, fedakâr ve merhametli olduğu için sevmeliyiz.
Kur’ân’ın O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu övmüş ve sevgisini bizzat kendi hitabıyla takyid ettiği için sevmeliyiz.
O (sallallahu aleyhi ve sellem)’nu sevmenin Cenab-ı Hakk’ı sevmekle bir olduğu için sevmeliyiz.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bizzat kendisinin sevilmesini talep ettiği için sevmeliyiz.
Sahabe-i Kiram Hazretleri (r.a.m)’nin Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i çok sevdiği ve bu sevgileri ile bizlere örnek oldukları için sevmeliyiz.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Âdemoğlunun en hayırlısı, geçmiş ve geleceklerin en hayırlısı ve peygamberlerin en hayırlısı olduğu sevmeliyiz.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in içtimaî hayatın en büyük mürebbisi olduğu için sevmeliyiz.
O (sallallahu aleyhi ve sellem)’na duyulan sevginin karşılıksız kalmayacağını, vefa timsali Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bu sevgiye sevgiyle mukabele edeceği, bu sevginin şefaatine vesile olacağı için sevmeliyiz.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) sahip olduğu ahlaki değerleri ile sevilmeye en layık oluğu için sevmeliyiz.