Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa Yazılar Şiirler Kitaplar Fotoğraflar Salavat Nükteleri Hayatı Multimedya e Kitap Linkler Ziyaretçi English

Allah O’nu Rahmet Elçisi Olarak Gönderdi

Rabia Chiristine Brodbeck(*)

(*) İlahi Hakikat’i bulmuş bir derviş. Cerrahi geleneğin bağlısı. Rabiatü’l-Adeviyye’nin izinde bir yolcu.
Röportaj: Sadık Yalsızuçanlar
Adı Güzel kendi güzel Muhammed (sav)
isimli Kitaptan iktibas edilmiştir.

‘Allah’ın ilk yarattığı şey Nur’dur’ sözünü nasıl yorumluyorsunuz? Efendimiz’in nurunun, Adem (as) henüz su ile balçık arasındayken yaratıldığı yönündeki inanışa ilişkin neler söylersiniz?

Bu hadis-i şerif, Peygamberimizin (sav) yaratılan ilk şey olduğu ve en son gönderildiği anlamını taşıyor. O evrenin babasıdır. Ve onun tamamlayıcısıdır. Yaratılan ilk şey O’nun nuru olmuştur. Bu nurun nesillerden nesillere aktarıldığını söyleyebiliriz. Ardından O’nun fiziki görüntüsü meydana gelmiştir. Yaratılan ilk şey olması ve en son olarak gönderilmesi aynı zamanda bizlere O’nun vahyi tamamladığını da gösteriyor. Allah’ın insanoğluna gönderdiği her şey, O’nun sözleri, O’nun mesajları Peygamberimizle (sav) başlamış ve yine O’nunla sona ermiştir. Yani nur, Allah’ın bütün gerçeklerini bünyesinde barındırmaktadır. Ve evrende yaratılan, meydana gelen ilk şey O’dur. Ve en son gönderilen de yine O’dur. Neden? Çünkü O mükemmelliktir. O vahyin tamamlanışıdır. Çünkü Allah Kuran’la birlikte insanlığa olan mesajlarını ve vahiylerini sona erdirmiştir. Bu yüzden, her ne kadar peygamber Adem (as) bu dünyaya ilk gelmiş olsa da, ilk insan olsa da, aslında Hz. Muhammed (sav) onun babası olarak değerlendirilebilir.

‘Allah ve melekler, Resulü’ne salat ve selam ederler’ ayetini nasıl anlamamız gerekiyor?

Allah bize kullarının ibadetlerine katıldığını söylediği zaman, bizimle olduğunu söylediği zaman, bunun anlamı inananlar, O’nun kulları olarak bizim, ibadetlerimizin etkisinin çoğalarak artmasıdır. Örneğin Salavat-ı Şerife okurken, ya da O’nun adına dua ettiğimiz zaman Allah’ın bizimle, bizim üzerimize dua ettiğini, ya da bize cevap verdiğini hissederiz. Bu bize büyük bir katkıdır. Allah’ın bize verdiği en büyük hediye, ibadetlerimizde bizimle birlikte olmasıdır. Bu O’nun huzurunda dualarımıza cevap almamızı sağlar. Örneğin Allah bize tevhidi La ilahe illallah Muhammeden Resulullah’ı göndermiştir. Ayrıca bize Salavat-ı Şerif’i vermiştir. Bunları Peygamber’inin varlığında bize birer cevap olarak göndermiştir. Yani her iki durumda da gördüğümüz gibi Allah da ibadetlerimizde bize –tabiri caizse- eşlik etmektedir. Mesela namazlarda her rekatta okunması farz olan Fatihyı Şerife’de bu sır vardır. Fatiha’nın ilk dört ayeti Allah’a, diğerleri kula racidir. Özellikle Salavat-ı Şerif’te Peygamber (sav) iki taraftan birden iyi dualar almakta ve kutsanmaktadır. Burada hem inananların kutsaması hem Allah’ın kutsaması söz konusudur. Bunun etkisi de ışığın yayılması gibi olmaktadır. Bu yüzden Salavat okuyan bir kişi bütün kutsallıkları içinde hisseder. Bu yüzden Salavat insanın yapabileceği en büyük ibadetlerden biridir.

‘İnsan-ı kamil’ doktrini açısından bakıldığında Efendimiz’in manevi şahsiyeti nasıl anlaşılabilir?

İslam dini bir sistem ya da felsefe değildir. İslam dini bir yaşam tarzıdır. Tam anlamıyla bir insan olarak yaşamaktır. Allah’ın gönderdiği gerçeğe sadık kalarak yaşamaktır. Bu yüzden kendinizi geliştirirken, kendinizi ruhani bir olgunluğa eriştirirken, İslam sizin yaşam tarzınıza dönüşmektedir. Buna gerçek insan olmaya doğru yöneliş denebilir. Gerçek inananların yaşadıkları budur. Yaratıcı’ya inanmak, O’nun bize öğrettiklerine inanmak, bütün kutsal kitaplarına inanmak, inançlı biri olmak, aslında bir yaşam şeklidir. Ve bu hayat tarzında ustalaşmak, kendini tamamen adamayı gerektirir. Kendinizi tamamen adamak zorundasınız. Ve karşılığında alacağınız şey ise Allah’a yaklaşmak, insanoğluna hizmet etmek olacaktır. Peygamberimiz (sav) bunun en saf örneğidir. Toplumuna hizmet etmeyi ve kendini ona adamayı bizler O’ndan öğrendik. O hiçbir zaman kendini düşünmedi. Asla kendi için bir şey istemedi. O asla hiçbir şeyi sadece kendisi için yaşamadı. Sadece kendi için dua etmedi. O sadece ve sadece ümmeti için yaşadı. O bu dünyaya geldiği zaman, daha küçük bir bebekken bile tek düşündüğü şey ümmeti olmuştur. O her zaman kendini bizlere adamıştır. İnananların yaşam tarzı gerçeği yaşamak olmalıdır. İnanan kişi yürüyen bir kitap gibidir. Kitap odur, Kuran’ın kendisi odur. O kişi mükemmele ulaşan kişidir. İnanan kişi Allah’ın yaşayan gerçeğidir. Bu yüzden Allah sevgili kullarından dünyada O’nun adına davranıp, O’nun adına yaşamalarını istediği zaman, Allah için yaşamalarını istediği zaman, sonunda onlara Yaratan’la birlik olacakları bir olacakları müjdesini vermiştir. O’na öylesine yakın olacaklardır ki, kendilerinde O’ndan bir nur bulacaklardır. Ardından onlardan yaradılışa dönmelerini istemiştir. Kulluk etmek ve yararlı olmak için yaradılışa dönmelidirler. Geriye doğru yönelecektir. Çünkü Yaratan’la birleşme yolu budur. Allah Peygamberimize kutsal görevini verdikten sonra “O’na yaradılışına dön” demiştir. “Böylece seni gördüklerinde beni görebilsinler.” Yani iyi birer kul olan bizler, bu dünyada Allah’ın ‘halifesi’ olarak bulunuyoruz. Yaşayan bir gerçek olarak yaradılışa katkıda bulunuyoruz. Özellikle Peygamberimiz (sav) bize Yaratan’la beraber ve bir birlik olarak nasıl yaşanacağını çok iyi göstermiştir. O’ndan güzel bir örnek yoktur. Çünkü Allah’ın O’nu mükemmel davranışın önderi olarak gönderdiğini bilmektedir. O’nu dünyaya bir merhamet temsilcisi olarak göndermiştir. Çünkü O bir kitaptan öğrenilmez. Doğrudan Kuran’dan öğrenmemize imkan yoktur. Bunu bir insandan öğrenmemiz gereklidir. O’nun ruhunun zenginliğine ulaşmış bir insandan öğrenmemiz gereklidir. O’nun iyiliğinin nuruna ulaşmış bir insandan. O’nun, inananların ruhunu etkilemesi gereklidir. Bu yüzden peygamberimiz (sav) yaşadıklarıyla öğretmenlik yapmıştır. Sözleriyle açıklayıcı olmuştur. Otorite olarak çeşitli yollar göstermiştir. O, Allah’ın güzelliğiyle ruhlarımızı beslemiştir. Kendi ruhunun zenginliğiyle, mükemmel kulluğuyla bizlere Yaratan’ın sonsuz iyiliğini öğretmiştir.

O Yaratan sevgisiyle yaşadığı için, O ümmet sevgisiyle yaşadığı için, bizler O’nun iyiliği ve nuru sayesinde Allah’ın kutsal kitabımız Kuran’da bize söylediklerini görebilmiş ve anlayabilmişizdir. Kuran’ın yaşanması ve deneyimlere dönüştürülmesi gereklidir.

Ancak o zaman kamil birer mümin olunabilir. Her kişilik formu, bu dünyadaki her insanın oynadığı rol, her ne olursak olalım, ister işçi olalım, ister birleştirici olalım,ister seyahat edelim, ister bir aile üyesi olalım, birer insan olarak bu dünyada nasıl bir rol oynuyorsak oynayalım, bütün bu kişilikler arasında O en mükemmel olandır. Davranışlarında mükemmeldir. Doğrulukta mükemmeldir, dürüstlükte mükemmeldir. Şefkatte mükemmeldir, iyilikte mükemmeldir. Çünkü O Yaratan’a yakınlaşmanın yollarını aramıştır. O, o kadar sadık bir kuldur ki, O’nun davranışları her zaman en mükemmel ve Allah’a en layık olan olmuştur.

Özellikle bir aile mensubu, bir baba ya da bir koca olarak; O en merhametli olandır.

O en cömert ve en sevecen olandır. Kendi ailesine karşı yaklaşımına bakacak olursak; hiçbir peygamberin O’nun kadar erdemli olmadığını görürüz.

Sanırım Ehl-i Beyt burada büyük önem arz ediyor, O’nun hazinesini ve büyüklüğünü anlamak için, ne dersiniz?

Kesinlikle…Efendimiz (sav) ailesinin bir parçası, ailesi de O’nun bir parçası olmuştur.

Torunu Hz. Hüseyin’e baktığı zaman, ona “sen benim bir parçamsın, ben de senin bir parçanım.” demiştir. Hz. Fatma için de aynı şey söz konusudur. Birbirlerine baktıkları zaman “kendilerini tanıdıklarını” söylemişlerdir. Birbirlerinde kendilerini bulmuşlardır. Yani büyük bir yakınlık söz konusudur. Öylesine bir paylaşım söz konusudur ki; aile hayatının ne anlama geldiğini; kardeşliğin ne anlama geldiğini; dostluğun ne anlama geldiğini; onlardan öğrenebiliriz. Dilimizde arkadaş kelimesi kullanılmaktadır. Ama aynı zamanda yakın arkadaşlığı ifade eden ruhani bir kelime daha vardır. Buna dostluk denir. İnsanlar birbirlerini Allah için sevdikleri zaman; o zaman insanlar arasındaki bu arkadaşlık, aradaki bu bağlantı yüce bir değer kazanmaktadır. Peygamberimiz (sav) de ailesiyle kurduğu ilişki vasıtasıyla bizlere bunu göstermiştir. Allah O’na Ehl-i Beyt’i vermiştir. Bu sayede dinin iç zenginliğine ve güzelliğine bir bütünlük katılmıştır. O, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan için bir örtü açmıştır ve hepsi O’nun örtüsü altında bir araya gelmiştir. Aile bir bütündür. Ve onlar da ayrılmaz bir bütün olmuşlardır. Kısaca ailenin ne kadar büyük bir hazine olduğunu O’nun yaşadığı aile hayatından öğrenebiliriz. O’nun davranışlarından ve tepkilerinden çok şey öğrenebiliriz. Aile ilişkilerine bakabiliriz. Büyük bir şefkat söz konusudur. O sevgi dolu bir baba ve kocadır. Ben şu anda O’na her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumu hissediyorum. Bizler belki gerçek merhametten, gerçek sevgiden ve gerçek birliktelikten hiçbir zaman çok uzak olmadık. Ama O’nun her şey için cevap olduğunu hissediyorum.

İnsanlık her ne yaşıyor olursa olsun, ne tür sorunlarla karşılaşıyor olursa olsun, ne tür felaketler yaşıyor olursa olsun, O tek cevaptır. Ama özellikle günümüzde, O’na her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Çünkü o tüm sorulara cevaptır. O öylesine üstün bir insandır ki, zamanımız kendini O’nunla zenginleştirmeye ihtiyaç duymaktadır. O’nun kutsallığından, merhametinden ve sevgisinden çok fazla şey öğrenebiliriz. Bildiğiniz gibi günümüzde sayısız sorunla karşı karşıyayız. Dünya bir tür felaketler dönemi yaşamakta. Hem içsel hem de dışsal felaketler bunlar. Dışsal felaket derken doğal felaketleri kastediyorum. Depremler, buna benzer doğa olayları ve terör gibi. İçsel felaket derken de dünyayı yöneten insanların ahlak seviyesindeki düşüşü kastediyorum.

İnsanlığın büyük bir kesimi, hatta insanlığın çoğunluğu diyebiliriz, yozlaşmayla, dejenerasyonla dolmuştur. Kötülük neredeyse zirvesine ulaşmıştır. Bu yüzden Peygamberimizin ruhani kılavuzluğuna her zamankinden çok ihtiyacımız var. Çünkü Allah O’na büyük erdemler bahşetti. Allah ona kurtuluşu verdi. Allah O’na bizi yok oluştan kurtarma yollarını gösterdi. Bu yüzden günümüzde de sığınılacak tek kişi O’dur.

Ancak şu anda küresel bir çağda yaşamaktayız. Ve kevni bilince bizim de uyum sağlamamız gerekiyor. Kozmik bilinçle hareket etmemiz gerekiyor. Özellikle günümüzde, yani yirmibirinci yüzyılda bunu yapmak zorundayız.

 

Peygamberimizin ‘alemlere rahmet oluşu’na ilişkin neler söylersiniz?

Peygamberimiz’in (sav) alemlere rahmet olarak gönderildiğini biliyoruz. O bütün insanlık için gönderilmiştir. O dinin evrenselliğinin yaşayan bir gerçeği olarak gönderilmiştir. O bütün uluslara, bütün ırklara, bütün halklara gönderilmiştir. Hangi kültüre, zümreye ya da renge

ait olduklarının önemi yoktur. Bu yüzden İslam dini evrensel bir dindir. Kutsal kitabı Kuran, evrensel bir felsefedir. Peygamberimiz (sav) doğuyla batı arasında bir köprü oluşturmuştur.

Bu, ayrımların ortadan kalkmasını sağlamıştır. Hiçbir fark kalkmamıştır. İnsanlık tam anlamıyla bir bütün olmuştur. O’nun dünyaya gelişiyle birlikte her şey mükemmelleşmiştir.

Biz küresel bir çağda yaşadığımız için, evrensel bir bilince ulaştığımız için, gönderilen Peygamber doğuyla batıyı birbirine bağlamak amacı taşımaktadır. Bugün en çok ihtiyacımız

olan şey de yine doğuyla batı arasında bir köprü kurulmasıdır. Bundan önceki yüzyılda başlayan ve gelişen olayların sonucunda şunu görüyoruz ki, insanlık tarihinde yaşananlar doğu ve batı arasındaki bir köprüyü kaçınılmaz kılıyor.

 

İlahi Hakikat zaten ne Doğulu ne Batılı değil midir? Hz. Mevlana’nın dediği gibi, O, güneş değil midir?

Öyledir…Biz, ifade ettiğiniz gibi, Hakikat-ı Muhammediye ve Ahlak-ı Muhammediye’yi dikkate alacak olursak, İslam’ın kendini kozmik bir din olarak ortaya koyduğunu görürüz.

Günümüzde bir uyanış olduğunu düşünüyorum. İslam’ın yeniden doğuşuna şahit oluyoruz.

Bin dört yüz yıl önce yaşanan şey, şimdi bir kez daha yaşanmaya başlıyor. Dünyanın küreselleşmesi, doğuyla batının ayrılmaz bütünlüğünü ortaya çıkardı. Ama bu olumsuz bir şekilde ortaya çıktı. Her yerde kan ve gözyaşı görüyoruz. Yine de insanlık savaşlar ve felaketler sayesinde öğreniyor. Bu olumsuz olayların Allah’ın gönderdiği bir ceza olduğunu düşünmek yanlış. Aslında bunlar Allah’ın bir lütfu. Allah bizi bir uyanışa sevk etmek istiyor. Böylece hakiki kozmik bilinçle bütünleşebileceğiz. Hz. Muhammed’in hakikatiyle buluşmaya hazır olacağız. Dinin merhametini ve evrensel çehresini görmeye hazır olacağız. Bu gezegende yaşayan bütün insanlar bir uyanışa girecek ve ilahi hakikatle buluşacak. İşte bu yüzden ben İslam için bir uyanış döneminin geldiğini düşünüyorum. Allah’ın Hikmet’inden söz edecek olursak eğer; -ki ben bunu yaşadım ve ne kadar faydalı olduğunu da biliyorum- önce yaradılış mucizesini incelememiz gerekiyor. Kainatı, insanoğlunu, dünyayı, peygamberleri, ermişleri kavrayabilmenin yegane yolu yaradılış mucizesini anlayabilmekten geçiyor. Allah’ın nasıl yarattığını ve neden yarattığını anlamak gerekiyor. Bu, hayatımızı anlamak açısından da bir temel teşkil ediyor. Peygamberleri ve Allah’ın varlığını ve birliğini anlamak için de bu çok önemli. Peygamberlerin nurlarının gelişimini incelediğimiz zaman, peygamber nurunun yaradılışını incelediğimiz zaman, yaradılış sebebini bulabileceğimiz başka bir yer olmadığını görüyoruz. Bu dünya neden yaratılmıştır? Biz neden yaratıldık? Ve bunun sonucu olarak yaşamamız gereken şeyler neler? Bu dünyaya neden geldik ve nasıl yaşamamız gerekiyor? Ne yapmamız gerekiyor?

Tam da burada, Nur-ı Muhammedi hakikatine dönmek istiyorum. Kainatın bu nurdan yaratılması bize neyi ifade ediyor? Varlığın anlamlanmasında bu hikmetin yeri nedir? Bu bize neyi açıklar?

Hz. Muhammed’in nuru yaratıldığı zaman, Allah sadece O’nu yaratıp sonra başka bir şeyi yaratmaya geçmedi. Hazine değerinde bir şey yaratılmıştı, en kıymetli şey yaratılmıştı. Allah sadece O’nun nurunu yaratmakla kalmadı. Öncelikle Allah O’nun nurunu Kendi nurundan yarattı. Kendi varlığından, Kendi nurundan yarattı. Bu bir anlamda O’nu Kendinin tezahürü olarak ortaya koydu. Ve bildiğimiz gibi Allah geri kalan her şeyi O’nun, Hz.Muhammed’in nurundan yarattı. Bildiğimiz kadarıyla Allah bütün mevcudiyeti, yaratılan her şeyi Nur-ı Muhammedi’den yarattı. Geri kalan alemi O’ndan oluşturdu. Kısacası aslında bütün insanlık, kainat ve geri kalan her şey Nur-ı Muhammedi’nin bir tezahürüdür. Bu, insanlık için şu anlama gelmektedir; aslında Hz. Muhammed’in nuru bedenimizdeki her hücrede mevcuttur. Bu, çok güzel bir gerçektir. Ona olan sevgimizi arttıracak bir gerçektir.

Yaratılışta ‘öncelik-sonralık’ yoktur, lakin biz yine de böyle soralım, sonra neler oldu?

Allah Kendi nurundan Hz. Muhammed’in nurunu yarattığı zaman, O, bu nuru binlerce yıl boyunca işledi. Sadece işlemekle kalmadı O’na baktı. Ki biz buna Nazar diyoruz. Allah’ın Nazar’ı diyoruz. Bu nura büyük bir takdirle ve hayretle odaklandı. Bu nura baktı çünkü O çok güzeldi. Ve her gün O nurdan gelişen yeni bir nur oluştu. O, kendi güzelliği ve ihtişamı içinde çoğalıyordu. Böylece ebedi bir ilahi diyalog oluştu. Muhammed’in nurundan ilahi Öz’e giden ve İlahi Öz’den Hz. Muhammed’in nuruna gelen bir muhabbet. Bir kitapta bunun yetmiş bin yıl sürdüğünü okumuştum. Her gün Allah ve Hz. Muhammed’in nuru arasında bu ebedi diyalog oluşuyordu. Ve bu ebedi diyalogun sonunda, bu muhabbetin sonunda ilahi kanunun kaynağı oluştu. Bu ebedi diyalogdan doğan ilahi kanun aslında evrenin yaradılışıydı. Dinin iç hazinesi böyle ortaya çıktı. Bir takdir ve hayranlık söz konusuydu. Bildiğimiz kadarıyla Peygamberimiz’in nuru Allah’ın Nur’undan geliyordu, çünkü bu diyalog karşılıklıydı. Peygamberin nuru Allah’ın özünden alındığı için de aynı zamanda Hz. Muhammed gerçeğini, Hakikat-ı Muhammedi’yi temsil ediyordu. Ve bu yüzden Hakikat-ı Muhammediye aynı zamanda evrenin özüydü. Aynı zamanda bu Nur-ı Muhammedi’nin gerçeği olduğu ve her şey O’ndan yaratıldığı için de korunmuş olan maddeyi, kozmik aklı, Allah’ın bütün sonsuz marifetini simgeliyordu, çünkü her şey bu nurun içindeydi. Ayrıca geleneksel olarak şunu da biliyoruz ki Allah diğer insanları bu nurdan yarattığı zaman öylesine bir yakınlık ve sevgi söz konusuydu ki Peygamberimiz Allah’ın nurunu seyretti ve ter damlaları oluşturdu. Ter taneleri oluşturdu. Ve bu damlalar da sonunda insanoğlunu meydana getirdi. Yaratılan ruhların hepsi Allah tarafından O’nun nurundan yaratıldı. Peygamberin nuru, O’nun nurunun tekamülü bizlere hepimizin nur canlıları olduğumuzu gösteriyor.

O halde din, aslında ruhların kendi nurlarıyla buluşması demek oluyor?

Evet, insanın amacı bu olmalı. Bizler hepimiz irfan verilmiş canlılarız. Ama Allah’la bizim aramızda yetmiş bin yıl var, o kadar çok engel var.

Bir müminin görevi de bu engelleri kaldırmak ve böylece kendi ruhuyla karşılaşmaktır.

Başka bir deyişle, Allah kalbimizi öyle bir şekilde yaratmıştır ki aslında kalbimiz O’nun nurunu yansıtabilmektedir. İlahi Hikmet’in sırlarını yansıtabilmektedir. Kendi gizli nurunu içermektedir. Bunu şu şekilde de açıklayabiliriz. Aslında kalp ilahi bir aynadır. Allah bizleri öyle yaratmıştır. İlahi sırlarının yansıtılabileceği canlılar olarak. İçinde yaşadığımız dünya aslında kalpteki bu aynayı parlatmak içindir. Böylece kendi ruhumuz; kendi öz ruhumuzun nuru; Allah’ın nuruyla buluşabilir ve O’nu yansıtabilir. O bizi bu şekilde yaratmıştır. İlk nur, nurun kaynağı, ve bütün nurlar Allah’ın nuruyla karşılaşma, görme ve tatma mutluluğunu yaşamak için yaratılmıştır. Yani mutlak ifa, ruhani ifa, gerçek bir inananın ergisi Allah’ın nuruyla karşılaştığı zaman sona erecektir. Söylediğim gibi, önce kendi ruhumuzun nurunu keşfetmeliyiz. Bunun için de Peygamber’imizin (sav) gerçeğini incelemek ve anlamaya çalışmak gereklidir. Aslında önce evliya gerçeğini anlamak gerekiyor. Bunu anladığımız zaman Hakikat-ı Muhammediye’yi de anlayabiliriz. Çünkü O en saf formdur.

O en saf insan formudur. Çünkü Allah’a O’nun nurundan daha yakını yoktur. Bu yüzden de Hakikat-ı Muhammediye’yi anlayabilmek için evliya gerçeğini anlamak gerekiyor.

Peygamberimizin hakikatini kavrayabilmek için ruhumuzun konumunu anlamamız gerekiyor. Ruhumuzun konumunun yüksekliğini anlamamız gerekiyor. Bu da velayet gerçeğinden başka bir şey değildir. Çünkü Allah insanı bir ermiş olarak, ilahi bir varlık olarak yaratıyor. Hz. İnsan olarak yaratıyor. Yaradılış mucizesini incelediğimiz zaman, tekamüle baktığımız zaman; nur canlıları olduğumuz için, ilahi bir menşeimiz olduğu için, O’nun Kendi suretinden yaratıldığımız için, Allah bizi Kendi suretinden yarattığı için,Peygamberin nurundan geldiğimizi görüyoruz. Allah Kendi Rahman suretinden yarattığı şeyi çok sevmekteydi. Ve bu yüzden insanoğlunun içine de kendi Öz’ünden üflemişti.

Yani en saf formumuzda aslında hepimiz birer ermişiz. Bu yüzden ruhumuzun konumunu belirten ermişliği anlamak için ruhumuzun nuruyla birleşmemiz gerekiyor. Ve ruhumuzun nuruyla birleşmek için de kalbimizdeki aynayı temizlememiz gerekiyor. Ancak bu şekilde Allah’ın Resulü’nün ermişleri arasına girebiliriz. Bizler çok şanslıyız çünkü O’nun ümmetinin bir parçasıyız. O’nun ümmetinin takipçileriyiz. O’nun ümmetinin bir üyesiyiz. Ve bu lütfun karşılığını asla ödeyemeyiz. Çünkü bizler nur dininin üyeleriyiz. Allah çok sevdiği Peygamberi vasıtasıyla bizlere sonsuz aydınlanma vermiştir. Birer insan olarak hepimiz sonsuz aydınlanmaya sahibiz. İlahi bilince ulaşmalı ve insan doğamızın imkanlarını, ruhani olgunluğunu sağlamalıyız. Böylece hepimiz Hz. İnsan olabiliriz. O, bize mükemmel bir Peygamber örneği vermiştir. Peygamberimiz mükemmelliğin, her şeyin kemalinin simgesidir. Hepimiz kendimizi O’nun nuru ve güzelliğiyle aydınlatmalıyız. Ancak bu şekilde birer Hz. İnsan olabiliriz.

Efendimiz’in ‘kainatın fahri’ oluşunu buradan da anlayabiliriz sanırım…

Evet, ben de ondan söz ediyordum zaten, sözü buraya getirmek istiyordum. Allah, Efendimiz’i bu dünyaya gönderdiği zaman bu dünyayı O’nun varlığıyla şereflendirmiştir. Saf sevgi yeryüzüne inmiştir. O’nun nuru evreni sarsmıştır. Sanki kainat için ikinci bir bayram yaşanmıştır. Çünkü O nurun kaynağıdır. Bu tıpkı ruhani bir depreme benzer. Böylece hepimizin meydana geldiği ve ergimizi tamamlayacağımız O’nun nuru yeryüzüne inmiştir. Bir hadis-i şerif vardır. Allah şöyle buyuruyor: “Beni seviyorsanız peygamberlerimi takip edin” “O zaman ben de sizi severim.” Aynı zamanda peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle diyor: “Allah’ı seviyorsanız, beni takip edin. O zaman Allah da sizi sever.” Bu bir inanan için çok temel bir esastır. Çünkü bunun anlamı itaattir. Ama İslam’daki itaat mükemmeliyetçi bir itaat değildir. Bu itaat sevgide mükemmelleşmektedir.

Bu hadis gerçekten çok önemli. Dinin anlaşılması açısından önemli. Elbette Allah’a itaat etmek için peygamberine itaat etmek gerekir. Ama özellikle İslam söz konusu olunca, İslam’ın itaatte mükemmeliyeti öğretmediğini görüyoruz. İslam sevgide mükemmeliyeti öğretir. Allah neden “Beni seviyorsanız peygamberlerimi takip edin” “O zaman ben de sizi severim.” demiştir? Çünkü her şeyin özünde sevgi vardır. Gerçek bir Allah aşığı için, samimi bir kul için, Peygamberi takip etmek Allah’ı sevmek demektir.

O zaman kul bütün ibadetlerini büyük bir mutlulukla yapacaktır. Boyun eğmek onun için bir zevk olacaktır. Kalbinin arınması demek olacaktır. Kul ne yaparsa yapsın bunu sevgiyle yapmalıdır. Peygamberimiz (sav) mükemmel bir din getirmiştir. Kuran insanoğluna verilmiş olan en son ve kamil vahiydir. Peygamberimiz de asil karakterin mükemmeliyetini sergilemiştir. Bunun başka bir anlamı yoktur. O, insanoğlunun mükemmelliğini simgelemektedir. Bir insanın kemale ermesini temsil etmektedir. Bu yüzden Allah Kuran’da şöyle buyurmuştur: “Bugün sizin için dini mükemmelleştirdim.” “Bugün sizin için ilahi Hikmet’i mükemmelleştirdim.” “Bugün sizin için nurumu mükemmelleştirdim.”

Başka bir hadisi daha hatırlamak gerekiyor: “Sizlere varlığımdan irfan öğreteceğim.”

Ve ayrıca şu da vardır : “Bugün sizler için karakteri,” “Ahlakı Muhammediye’yi

mükemmelleştirdim.”

Allah, Peygamberimizi insanlığa merhamet olarak indirdiğini de bildirmektedir…

Haklısınız,  Peygamberimizin bu dünyaya gelişiyle birlikte; bu dünyayı O’nun varlığıyla, onun ermişliğiyle onurlandırmasıyla birlikte;

Allah dinin mükemmelleştirilmesini de sağlamıştır. İslam, dinin mükemmelleştirilmesi anlamını taşımaktadır. Tek bir din vardır, o da hak ve hakikatin dinidir. Yalnız bir kitap vardır, o da Kuran-ı Kerim’dir çünkü o diğer dinlerin özünü içinde barındırmaktadır. Tevrat ve İncil, onların özü de bu kitapta yer almaktadır. Tek bir gerçek ve tek bir Allah vardır.

İnsanlığa, inananlara verilen bu Hikmet’le birlikte, aynı zamanda sonsuz merhamet, şefkat ve sevgi de gelmiştir. Bu ilahi bir lütuftur. Allah’ın insanlığa verdiği ebedi bir hediyeyi görüyoruz. Bu yüzden Peygamberle birlikte ruhani mükemmeliyet yeryüzüne inmiştir. O’nun Hikmet’iyle birlikte dünya mükemmelleşmiştir. Cennetin mükemmelliği yeryüzüne inmiştir. Allah insanlığı O’nun nurunun mükemmelliğiyle beslemiştir. İnsanlığa yüce bir bilinç, sonsuz bir aydınlanma vermiştir. Ayrıca kalplerimizin beslenebileceği bir kaynak sunmuştur. İnsanoğlunun aklı O’nun ışığıyla aydınlanacak ve kalbi O’nun sonsuz merhametine, sevgisine, şefkatine, cömertliğine, iyiliğine ve mükemmelliğine yani Ahlak-ı Muhammediye’ye kavuşacaktır. Kısaca Allah bize mükemmel bir denge unsuru göndermiştir. Bir tek peygamberimiz Muhammed (sav) bu dünyaya mükemmel bir denge kazandırmıştır. Tam bir uyum gelmiş, varlığın birliği ortaya çıkmıştır. Bizler akıllarımız, vicdanlarımız ve bilincimiz tarafından ebedi mükemmelliğe doğru beslendik ve kalplerimizi zenginleştirdik.

Mirac’ın sırrı ve hakikati nedir, yani bir iniş ve inişe mukabil yükseliş midir? Nüzul’ün simetrik bir gezisi midir bu, asla dönüş müdür?

Cennet mükemmelliğinin sembolünün Miraç olduğu da ortadadır. Peygamberimizin ruhu Allah’ın huzuruna yükselmiştir. Allah’la mahremiyetin cennetine ulaşmıştır. Orada Peygamberimizin ruhu aşılamaz sınırın ötesine geçmiştir.

Mirac sırasında Peygamberimiz (sav) ötenin ötesine geçmiştir. Aşılamayacak sınırı aşmış ve Allah’a ulaşmıştır. Bir insanın dünyevi hayatta bedeni ve ruhuyla Mirac’a ulaşamayacağını biliyoruz. Çünkü biz inananlar bu kutsal lütufa ancak ruhlarımızla ulaşabiliyoruz. Bizlere ruhlarımızla bu sınırı aşma imkanı veriliyor. Ve Allah’a, onun Hakikatine ve Cemal’ine ulaşabiliyoruz. Bunu gündelik hayatımızda yapabiliyoruz. Çünkü Miraç’ta aynı zamanda insanlığa verilen çok büyük bir hediye bulunuyor. Ruhani ibadet, Namaz veriliyor.İnananın Mirac’ının bu sayede gerçekleştiği söyleniyor. Biz bunu Namaz sayesinde yapabiliyoruz. Bu, ruhun aydınlanmasının mükemmelliğini simgeliyor. Ve peygamberimiz tarafından bize bu hediye veriliyor. Mutlak Ubudiyet, yani mutlak kulluk veriliyor. Bu, bir insan nurunun mükemmelleşmesini temsil ediyor. Ama mistik ya da ruhani bir anlamda değil; kulluğun mükemmelleşmesi anlamında. Allah “Ben bilinmeyi sevdim” buyuruyor.

“Ben ilmi severim, mükemmeli severim.” Peygamberimizi yarattığı zaman Allah aynı zamanda kamil insanı yaratıyor. Kamil insan mükemmel bir kullukla yoğruluyor. Yani Öz’ünde Peygamberimizi taklit edecek olursanız, O’nu kulluğunda taklit edecek olursanız, mükemmeliyete ulaşırsınız. Sanki döngü tamamlanır. Cennetle dünya arasındaki o çemberi kapatabiliriz. Ve nihayetinde Hz. İnsan oluruz. Çünkü onu sevmeye çalıştığınız zaman, onu tanımaya çalıştığınız zaman onun davranışlarını taklit etmeyi de öğrenirsiniz. Ona geri dönersiniz.

 

Efendimiz’in sünneti, bu anlamda Kuran’dan sonra ikinci kaynak mı olmuş oluyor?

Evet, Allah bize Sünnet’i vermiştir. Yani biz peygamberimizin asil karakterine uymaya çalışırsak, Ahlak-ı Muhammediye’ye uyarsak -ki bu aynı zamanda sünneti gerçekleştirmek anlamına geliyor- Ahlak-ı Muhammedi’nin bir parçası oluruz. Ve O’nun kalbine ulaşmayı başarırız. Bu yüzden insanoğlu için ermek  O’nun gibi yaşamak anlamına geliyor. Ahlak-ı Muhammediye’yi yaşamak demek oluyor. Çünkü Hakikat-ı Muhammediye’yi asla yaşayamıyoruz. Bu, insan aklının alabileceği bir şey değil. Çünkü O nurun kaynağı, bizler nurun kaynağı değiliz. Allah’ın da bize söylediği gibi bize verilen en büyük lütuf bu. “Ben size iyiliğimi mükemmelleştirdim” buyuruyor; ve dini mükemmelleştirdiğini ifade ediyor. Bunun anlamı insanoğluna Şeriatı getirmiş olması.

Dinin kutsal kanununu getirmiş olması. İslam ilk insanın yaradılışından beri varolan bir dindir. Hz. Adem’i kastediyorum. O ilk insan ve aynı zamanda da ilk peygamberdir.

O dönemden beri İslam’ın varlığından söz edilebilir. Ama Şeriat sadece peygamberimiz

Hz. Muhammed’le birlikte gelmiştir. Allah’ın insanoğluna verdiği bir armağandır.

İşte bu yüzden Şeriat insanoğluna verilmiş en büyük hediye, en büyük lütuf olarak nitelenebilir. Bizler Peygamberimizi Şeriat’ın Sultan’ı olarak görüyoruz.

Ama bunun anlamı aslında bizim sandığımız gibi bir şey değil. O, kanunu ve rehberlik edeceği noktaları getiriyor. İnsanların itaatsizlik etmesini, günah işlemesini engellemeye çalışıyor. Onları doğruluk yolunda tutmaya çalışıyor. Ayrıca İslam Hz. Muhammed vasıtasıyla geldiği için; bu kutsal kanun Tevhid dinini getirdiği için, aynı zamanda hakikatte birlik dinidir. İslam insanlığa birlik getirmiştir. Bu, Şeriat sayesinde olmuştur. Çünkü Şeriat yüce bir formu temsil eder. O birliğin kuruluşu anlamını taşır. Ve mükemmelliğe ancak Şeriat sayesinde ulaşılabilir. İnsan mükemmelliğine.

Muhiddin İbn Arabi hazretleri, “insan mükemmelliğine giden yol, kutsal kanunun uygulanmasında yatmaktadır” demiştir. Burada Şeriat’tan bahsedilmektedir.

Ve tek beklenti budur, başka bir şey değil. Çünkü söylediğim gibi Namaz, inananın Mirac’ını temsil eder. Ruhun ulaşabileceği en yüksek noktadır. Sadece Allah’a kulluk ederek değil, ibadet ederek değil, dua ederek değil, Hacca giderek değil; ayrıca bu noktaya Namaz’ı, ruhani ibadeti yaparak da ulaşılabilir. Bu Ramazan’ı yaşayarak da olabilir. Bu Zekat’ı vererek de olabilir. Tabi İbn Arabi’nin söylediği gibi amaç sadece icra değildir. Amaç iç zenginliğin geliştirilmesidir. Bu amaç tüm bu hikmetlerde, bu ibadet farzlarının iç zenginliklerinde yatmaktadır. Bu yüzden Şeriat’ın Sultan’ı aynı zamanda hikmetlerin Sultan’ıdır. Bir insanın manevi tekamülünün Sultan’ıdır. Bu yüzden birlik dininin aynı zamanda beraberlik dini olduğunu anlamak gerekiyor. İslam kucaklaşma dinidir. Karşılıklı paylaşım dinidir. Kardeşlik dinidir. Bir olma dinidir. Tek vücut olma dinidir. Çünkü nihayetinde dünya nüfusu Allah’ın gözünde tek vücuttur. Bizler kendimizi büyük bir aile olarak düşünmeliyiz. Bütün inananlar Allah’ı ve Peygamberi (sav) sevmelidir. Elimizde böyle bir örnek, bir tek vücut örneği olduğu için, bu dünyada yaşayan diğer inananlara, diğer Müslüman ülkelere olan bağlarımızı yitirirsek kendimizi kaybederiz. Onları sevmeli, acılarını hissetmeliyiz. Bunu başaramazsak bu cemaatin bir parçası olamayız. Bu kardeşliğe dahil olamayız. Dünyada bir cemaat halini alan bu ailenin içinde yer alamayız. İslam dininin amacı her zaman paylaşmak olmuştur.

Her zaman bire doğru gidişi temsil etmiştir. Birbirini sevmeyi öngörmüştür. Peygamberimiz’in (sav) söylediği ünlü bir hadis vardır: “Cennete girmek istiyorsak birer Mümin olmalıyız” “ama bunun bir şartı var: o da inananların kardeşliği.” Gerçek bir inanan olsak bile ancak birbirimizi sevdiğimiz zaman mutlak kulluğa erişebiliyoruz. Birbirimizi sevmek zorundayız. Bu, İslam’ın getirdiği çok büyük bir erdem. Her şey birlikten geliyor.

Farkları bir kenara bırakmaktan geliyor. Günümüzde gördüğümüz gibi değil. Bildiğiniz gibi İslam’ın içinde de birçok farklılıklar var. Şiiler var, Alevi’ler var. Bunların arasında çekişmeler ve savaşlar var. Oysa bizim aramızdaki bütün farklılıkları kaldırmamız ve birbirimizi tanımamız gerekiyor. Tek bir vücut, tek bir insanlık olmamız gerekiyor.

İnsan sevgisini öğrenmemiz gerekiyor.

 

Günün Hadisi>


Günün Kitabı

Günün Kitabı

Mevlid Kandili ve Peygamber Sevgisi

Günün Hadisi>


Günün Kitabı

Günün Kitabı

Mevlid Kandili ve Peygamber Sevgisi