Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV

Muhammed Mustafa SAV
Anasayfa Yazılar Şiirler Kitaplar Fotoğraflar Salavat Nükteleri Hayatı Multimedya e Kitap Linkler Ziyaretçi English

Risâle-i Nur’da Hz. Muhammed’in Hakîkati (a.s.m.)

İsmail Aksaraylı

Said Nursî, Muhammed’in (a.s.m.) manevi şahsiyetine Risalelerde geniş yer verir. O’nun (a.s.m.) manevi şahsiyetini “Hakîkat-ı Muhammedi”ye olarak tarif eder. [1] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakîkati, onun tebliğ ettiği dava: kelime-i tevhid (Allah’ı birleme) olan “Lâ ilahe illallah” kelâmı ve Nübüvvetidir. Her iki hakîkati -1) Tevhid, 2) Nübüvveti- “Lâ ilâhe illallah Muhammeder Resûlullah” cümlesi ifade eder.

Said Nursî, Risale-i Nur külliyatında tevhid, haşir, nübüvvet, Mûcizat-ı Ahmediye, Mîrac-ı Muhammediye (a.s.m.) ve İ’caz-ı Kur’ân hakîkatlerini izah ederken –12. Söz, 22. Söz, 32. Söz, 33. Söz, 30. Lem’a, Reşhalar, Lâsiyyemalar, Katre, Nokta Risaleleriyle İşâratü’l-İcaz ve Mesnevi-i Nuriye’deki nübüvvet, haşir ve tevhid hakîkati bahisleri; 10. Söz, 29. Söz; 19. Söz, 19. Mektup; 31. Söz; 25. Söz, 2., 7., 11. ve 15. Şua risalelerinde – ‘Hakîkat-i Muhammediye’yi ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) manevi şahsiyetini de geniş bir şekilde anlatır. Biz burada Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mânevi şahsiyetini meydana getiren ve Risale-i Nur’da dile getirilen üstün vasıflarından bir kısmını derlemeye çalıştık:

Manevi Şahsiyeti Siyer ve Tarihe Sığışmaz

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu mevcudatın: en meşhuru ve düşmanlarının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namlı hikmet sahibi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’ân’ıyla ışıklandıran [2] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mahiyetinin tamamı ve kemâlâtının hakîkati, siyer [3] ve tarihe geçen hal ve tavırlarına sığışmaz. [4]

Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam, şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı kâinatın tercümanı ve sevgilisi: [5] “Habîbu Rabbi’l Âlemîn”dir. [6] O mübarek Zâtın (a.s.m.) manevî şahsiyeti ve kudsî mahiyeti o derece yüksek ve nuranîdir ki siyer ve tarihte beyan olunan vasıflar, o bâlâ kamete [7] uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor. Refref'e [8] binip, Cebrâil'i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyn’e [9] koşup giden nuranî zâtını hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. [10] O yüce Zâtı (a.s.m.) şu zaman ve muhitin hayallerinden çıkarak zaman ve mekânı aşıp, hayalen Arap Yarımadası’na gidip; Medine-i Münevvere’de, çıktığı nuranî ve yüksek saadet minberinde, insanlara hitaben irşatta bulunurken görmelidir: [11]

O mürşid-i umumî, kudsî hatip cevahir dolu; beyanı, mucize kitabı eline alarak bütün insanlara mele-i a'lâdan [12] inen ezelî bir hutbe okuyor. Ve bütün insanları ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Âlemin yaradılışındaki acip muammayı, kâinatın hikmetinin sırrına dair tılsımı açıyor. Felsefe ve hikmetin, insanlara “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diye sorduğu, akılları acz ve hayrette bırakan üç suale cevap veriyor. [13] O ezelî hutbeyi okuyan Zât (a.s.m.), kâinatın kemalâtını ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz rahmetini keşfetmiş, ilân ediyor; ebedî saadeti haber verip müjdeliyor. [14]

Âhiret inancı, şahsî ve içtimâî insan hayatı ve saadetinin ve kemalâtının esasıdır. [15] Bütün şuur sahiplerinin aşık oldukları saadet diyarı ve âhiret gibi hakîkatler, hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) ve Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile gerçekleşir. [16]

Asr-ı Saadetteki Büyük İnkılâp

Hâdise-i Muhammediye (a.s.m.), insan nevinin en büyük hâdisesidir. [17] Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir topluluğa, bir kavme, bir kısım dünya siyasetine hükmedenlere veya bir dine; bütün padişahlara ve din mensuplarına tek başıyla meydan okumuştur. [18] Halbuki onun amcası [Ebu Leheb] en büyük düşman ve kavim ve kabilesi kendisine düşmandı. [19]

O zamanda, Arap Yarımadası’nda; o sahralarda, çöllerde âdetlerini muhafazada çok mutaassıp ve kavmiyetçilikte fevkalâde inatçı, kalp katılığı ve merhametsizlikte emsalsiz, hattâ kızlarını diri diri toprağa gömüp öldürürken bile müteessir olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. [20] O nuranî Zât (a.s.m.) kısa bir zamanda o kavimlerin kötü ahlâkını kaldırarak güzel ahlâk ile değiştirmiş, [21] yaptığı inkılâp ve icraatla en bedevî ve en ümmî bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla kısa bir zamanda dünyaya üstat ve hâkim eylemiştir. [22] O Zâtı (a.s.m.) harekete getirip o inkılâpları kendisine yaptıran ancak kudsî bir kuvvettir. [23] Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm ile o asır, insanlığın saadet asrı olmuştur. [24]

Tevhid Bayrağını Kâinatın En Üst Tepesine Dikti

Hz. Muhammed (a.s.m.) tek başıyla bütün dünyaya karşı kelime-i tevhid olan “Lâ ilâhe illallah”ı ilan etmiş, “vahdaniyet”i dava etmiştir. [25] Kâinatça en büyük hakîkat olan ‘tevhid’i [26] ilan davası O’nun (a.s.m.) manevi şahsiyeti olan ‘hakîkat’ini [27] meydana getirir. Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam, “hakîkati”nin esası olan bu dava için:

“Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, “Lâ ilâhe illallah” kelâmıdır.” [28] demiştir.

Tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde diken, bütün âleme karşı tevhide ilâncılık eden ve peygamberlerin kapalı bıraktıkları hakîkatleri açıklayan ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. [29]

Varlık dairesinin en büyük hakîkati olan tevhidi bütün mertebeleriyle en mükemmel bir surette Vahdaniyet-i İlâhiyenin en parlak ve en kat’î bir delîli olan O Zât (a.s.m.) ders vermiştir. [30]

Bu kadar garib, acib, güzel kâinat için böyle tarif edici bir hârika mürşit lâzımdır. “Eğer bu zât (a.s.m.) olmasa idi kâinat da olmazdı.” meâlinde olan hadîs-i kudsî [31] bu hakîkati aydınlatır. [32]

Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ın mânevi şahsiyetini meydana getiren davanın bir hakîkati de ‘Lâ ilâhe illallah’ esasına denk tutulan ve onun peygamberliğini ifade eden ‘Muhammedür Resûlullah’ hakîkatidir. [33] Tevhid’i ifade eden “Eşhedü ellâ ilâhe illallah” hakîkati, bütün delilleriyle risâleti ifade eden “Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah” hakîkatini ve O’nun vazifesinin hak, dâvâsının doğru olduğunu isbat eder. [34]

Tevhid davasını ilân etmesi dolayısıyla Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ın risâleti kâinatın en büyük hakîkati ve Zât-ı Ahmediye (a.s.m.), bütün mahlûkatın en şereflisi ve hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) tâbir edilen mânevi şahsiyeti ve kudsî makamı iki cihanın en parlak bir güneşidir. [35]

O’nun (a.s.m.) mânevi şahsiyeti, kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi, bu kâinat denilen büyük Kur’ân’ın en büyük âyeti ve ism-i âzamı ve Cenâb-ı Hakk’ın Ferd [36] isminin aksettiği en büyük aynadır. [37]

Peygamberliği Kendi Tercihiyle Kabul Etti.

Kâinatıın yaratıcısı, en büyük muallim ve en mükemmel üstat ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tayin etmiş, [38] O Zât da (a.s.m.) kendisine teklif edilen risâlet vazifesini kendi irade ve tercihiyle yüklenmiş ve kabul etmiştir. [39]

Risâlet vazifesini tamtamına yerine getiren odur, bu; onun, manevi şahsiyetinin ehemmiyetini, derecesini ve üstünlüğünü gösterir. [40]

Hikmet sahibi Cenâb-ı Hak, insanlar içinde Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ı kendine muhatap ve tercüman ve kullarına tebliğci ve imam yapmıştır. [41] Kâinat yaratıcısının, bütün maksatlarının en ehemmiyetli medârı ve bütün konuşmalarının en anlayışlı bir muhatabı insan nevidir. İnsanlar içinde en meşhur, en namlı ve eser ve icraatlarıyla en mükemmel, en muhteşem fert Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’dır. [42] İnsanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlini bildiren en büyük rehber ve en mükemmel insan olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair bütün kemâlâtı ve vazifeleri en mükemmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki nasıl kâinat insan için yaratılmış ve kâinattan maksat ve müntehap [seçilen] insandır; öyle de, insandan dahi en büyük maksut ve en kıymettar müntehap ve en parlak Ehad ve Samed [43] âyinesi, Ahmed-i Muhammed’dir (a.s.m.). [44]

“Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l hülâsadır [45] ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur'ân dahi, hayattar [46] hakâikının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.

Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve dünya kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, kıyameti koparacak.” [47]

Kur’an, O’na (a.s.m.) Misafir Oldu.

Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan kâinatın bütün hakikî ve âlî hakîkatlerinin tercümanı, Hâlik-ı Kâinat'ın bütün kemâlâtının mucize lisanı ve bütün maksatlarının hârika mecmuasıdır, [48] koca kâinatı bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip çevirip, onları yapan sanatkârı tavrıyla ifade ve tâlim eder. [49] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a gelen Kur'ân, Cenâb-ı Hakk’ın tercümanıdır, [50] bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlik’ının hitabı ve hiçbir cihette taklidi ve yapmacığı hissettirecek bir emâre bulunmayan bir konuşmadır. [51]

Kur'ân, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın konuşması ve kelâmı olmayıp kelâmullâhtır; [52] vahiy olup ezelden gelmiş ve O’na (a.s.m.) misafir olmuştur. [53] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kâinat Hâlık’ı hesabına konuşmuş, Allah’ın kelâmını tebliğ etmiştir. [54] Kur'an’a îman, Kur'an’ın Allah'tan indirilmesine îman demektir. [55]

Kur’an-ı Hakimin tercümanı ve tebliğcisi olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın Medine-i Münevvere denilen manevi minberinde şahsiyet-i maneviyesi, haşmetiyle görünüp “Lâ ilâhe illallah” hitabını, manen herkese işittirmiş, o izzetli hitabı, insan nevine, bütün ruh ve şuur sahiplerine tebliğ etmiştir. [56] Tebliğ ettiği dini de hârika bir süratle doğudan batıya bütün dünyayı kaplamış, insanların beşte biri kabul etmiştir. [57] O Zâtın (a.s.m.) şu kadar geniş ve büyük saltanatı, yalnız şekilden ibaret bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanatı vardır ki bütün kalpleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri büyülemiştir, kalplere sevgili, akıllara muallim ve nur, nefislere mürebbi [terbiyeci] ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır. [58]

Melek, Cin ve İnsanların Seyyidi

Hz. Muhammed (a.s.m.), Fahr-i Âlemdir - kâinatın kendisiyle iftihar ettiği zâttır- ve ‘Levlâke levlâke lemâ halaktü’l eflâk” [Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın! Kâinatı yaratmazdım.] [59] hitabına mazhardır. [60]

Melek, cin ve insanların seyyidi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm; şu kâinat ağacının en parlak ve en mükemmel meyvesi, İlâhî rahmet ve muhabbetin misali, Hakk’ın ve hakîkatin en nurlu ve parlak delili, kâinat tılsımının anahtarı, yaradılış muammasının kâşifi, âlemin yaradılışındaki hikmeti açıklayan ve İlâhî saltanatın ilancısı ve Rabbin güzel sanatlarının tarif edicisi ve istidatları cihetiyle mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel numunesidir. O Zâtın (a.s.m.) şu vasıfları ve mânevî şahsiyeti işaret eder, gösterir ki o Zât (a.s.m.) kâinatın yaradılış gayesidir. Yani, ‘O Zâta (a.s.m.) şu kâinatın Hâlik’ı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icat etmeseydi, kâinatı dahi icat etmezdi." denilebilir. Evet, cin ve insanlara getirdiği Kur'ân hakîkatleri ve iman nurları ve zâtında görünen yüce ahlâk ve kemâlât, şu hakîkate kat’î şahittir. [61]

Bütün Ahlâkında En Yüksek Bir Dereceye Sahip

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Kur’an’dan sonra en büyük mucizesi, kendi zâtıdır. Yani onda toplanmış yüksek ahlâkıdır ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyor. [62]

“Kemâlât madeni ve yüksek ahlâk muallimi olan o vahdaniyet ve saadet dellâlı Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın insanlara Cenab-ı Hak tarafından gönderilmesinin “ehemmiyetli bir hikmeti, güzel ahlâkı tamamlamak ve insanları ahlâksızlıktan kurtarmaktır.” [63]

O zâtın bütün yaptıkları, sîreti, tarihçe-i hayatı vesâir halleri onun pek büyük bir ahlâk sahibi olduğunu gösterir. Hatta düşmanları bile onun ahlâkça pek yüksekliğinden dolayı kendisini Muhammed-ül Emin ile lâkaplandırmıştır. [64]

Asr-ı Saadet’te Hz. Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) doğrulukla en üst mertebeye çıkmıştır. Doğruluk anahtarıyla kâinat ve iman hakîkatlerinin hazineleri açılmıştır, bu sırdan dolayı insanlık çarşısında doğruluk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiştir. Ve yalan vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab [65] gibileri, aşağıların aşağısına inmiştir. Yalan, o zamanda küfrün, inkârın ve hurâfelerin anahtarı olduğunu o büyük inkılâp göstermiş; kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçmiştir. [66] Doğruluk ve imân, ebedî saadet gibi nuranî meyveler vermiştir. [67]

Misilsiz Yüksek İman Sahibi

Hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) hem âlemin yaradılış sebebi, hem neticesi ve en mükemmel meyvesidir. [68] Hz. Muhammed (a.s.m.), bütün insanlar ve mahlûkat namına gönderilmiş ve insan nevinin [Cenâb-ı Hakk’a karşı] en meşhur ve namlı muhatâbıdır, o muhatâbın îmân kuvveti ve genişliği, koca İslâmiyet ağaçını netice vermiş, sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmıştır. [69]

“O Zât (a.s.m.), tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş, İslâmiyeti dünyanın başına geçirmiştir.” [70] Öyle bir dinle ortaya çıkmış ki adâletli kanunlarıyla insanların beşten birisini on dört asırda maddî ve manevî ilerleme içinde idare etmesi misilsiz bir hal olduğu gibi, o Zât (a.s.m.) öyle bir îmanla meydana çıktı ki hadsiz düşmanların ona muhalefeti zerre kadar bir telaş, bir vesvese, bir şüphe vermemesi gösteriyor ki îman kuvvetinde dahi onun emsali yok ve o yüksek îmanı benzersizdir. [71]

Hz. Muhammed (a.s.m.), hayatında ciddî hareketleriyle Hakk'ın kanunlarını ders veren ve samimî fiilleriyle hakîkatin prensiplerini insanlara talim eden ve hâlis ve makul konuşmalarıyla istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün hayatının şahitliğiyle Allah'ın azabından çok korkan ve herkesten ziyade Allah'ı bilen ve bildiren ve yeryüzünün yarısına on dört asırdır kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhret olmuş işleriyle kâinatın hakkıyla medâr-ı iftiharı [72] olan bir zâttır. [73]

Tam Tamına Ubudiyet

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “üstad-ı mutlak, mukteda-yı küll, rehber-i ekmel”dir [mutlak üstat, tam uyulacak olan ve en mükemmel rehberdir]. [74]

Keyfiyet [kıymet] olarak insanların yarısını arkasına alıp Hâlik'ın bütün rububiyetini göstermesine geniş ve tam bir kullukla mukabele eden ve bütün İlahî maksatlarına karşı Kur'ân sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, ders veren, ilân eden ve insan nev'inin şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren ve bin mucizesiyle tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm” Hâlik-ı kâinatın “en müntehap [seçkin] mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûlü”dür. [75]

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm öyle bir kulluk ve ibadet gösterdi ki başlangıcı ve nihayeti birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin en ince esrarını görüp riayet ederek en zor ve sıkıntılı zamanlarda dahi tam tamına kulluk yapması emsalsiz bir haldir. Hâlik’ına karşı öyle dualar, münacat, yakarış ve ricalar yapmış ki bu zamana kadar fikirlerin birbirine katılmasıyla beraber o mertebeye yetişilmemiş. Meselâ: Cevşenü’l Kebir [76] münacatında bin bir esma-i İlahiyeyi şefaatçi ederek Hâlik’ını öyle bir tarzda tarif eder ki emsâli yok. Ve mârifetullahta kimse ona yetişememesi, misli olmayan bir haldir. [77]

Rahmeten li’l âlemîn

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm rahmetin en parlak bir misâli ve temsilcisi ve o rahmetin en açık bir lisanı ve ilâncısıdır. Kur’an’da “Rahmeten li’l âlemîn” [âlemlere rahmet] unvanıyla isimlendirilmiştir. O (a.s.m.), hayat sahibi mücessem rahmet, Rahmet hazînelerinin en kıymetli pırlantası ve kapıcısıdır. [78]

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insanlara uyulacak imam ve rehber olarak gönderilmiştir; mucizeleri ve hususi halleri dışında fiil, hal ve tavırlarında insanlıkta kalıp, insan gibi âdetullah denilen yaradılış kanunlarına uymuş, O (a.s.m.) da soğuk ve elem çekmiştir. Her bir hal ve tavrında hârikulâde bir vaziyet verilmemiştir. Tâ ki ümmetine fiilleriyle imam olsun, tavırlarıyla rehber olsun, bütün hareketleriyle ders versin; insanlar, içtimâî ve şahsî hayattaki prensipleri ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâl'in emir ve yasaklarına itaate alışsınlar ve hikmetli kanunlarına uygun hareket etsinler. Eğer her davranışında hârikulâde olsa ve mucizelere dayansaydı, o vakit her cihetçe imâm-ı mutlak, rehber-i ekber ve herkese mutlak mürşit olamaz, bütün halleriyle “Rahmeten li’l-âlemîn” olamazdı. [79]

Îmânın Tercümanı

Tevhid, Allah’a îmandır. Allah'a îman; Allah'ın vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir. [80] “Eşhedü ellâ ilâhe İllâllah ve eşhedü enne Muhammede’r Resûlüllah” kelâmı îmânın tercümanıdır. [81] Cenab-ı Hakk'a îman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbûlü ve en istikâmetlisi ve en kısası, şüphesiz Habîbullah'ın (a.s.m.) gösterdiği ve takip ettiği yoldur. [82]

Hakîkat-ı Muhammediyye’nin (a.s.m.) nuru [83] ile bütün kâinatın hakîkatleri aydınlanmıştır. [84] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir. Yoksa o nur olmasa, kâinat; adem, hiçlik ve yokluk karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virâne ve dehşetli bir matem yeri mahiyetine düşer. [85]

Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın insanlara getirdiği hediye îman nurudur. [86] Bütün nimet hazinelerini açmak salahiyetinde olan îman nimetine vesile olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, öyle bir nimettir ki insan nevi ile’l ebed o zâtı (a.s.m.) medhü sena etmeye borçludur. [87]

Hülâsa: Hakîkat-ı Muhammediye’yi (a.s.m.) tevhid ve nübüvvet hakîkatleri meydana getirir. Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın manevi şahsiyetinin esası onun tebliğ ettiği tevhid hakîkatidir. Tevhidi ifade eden “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka İlah yoktur)” cümlesi; aynı zamanda bu hakîkati insanlara tebliğ eden ve bu tebliğ vazifesini en mükemmel bir şekilde yapan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) şahsiyetinin hakîkatini ve Peygamberliğini, “Muhammedü’r resûlüllah” olduğunu, gösterir.

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) manevi şahsiyetine Risalelerde geniş yer verir. O’nun (a.s.m.) manevi şahsiyetini “Hakîkat-ı Muhammedi”ye olarak tarif eder. [1] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hakîkati, onun tebliğ ettiği dava: kelime-i tevhid (Allah’ı birleme) olan “Lâ ilahe illallah” kelâmı ve Nübüvvetidir. Her iki hakîkati -1) Tevhid, 2) Nübüvveti- “Lâ ilâhe illallah Muhammeder Resûlullah” cümlesi ifade eder.
Said Nursî, Risale-i Nur külliyatında tevhid, haşir, nübüvvet, Mûcizat-ı Ahmediye, Mîrac-ı Muhammediye (a.s.m.) ve İ’caz-ı Kur’ân hakîkatlerini izah ederken –12. Söz, 22. Söz, 32. Söz, 33. Söz, 30. Lem’a, Reşhalar, Lâsiyyemalar, Katre, Nokta Risaleleriyle İşâratü’l-İcaz ve Mesnevi-i Nuriye’deki nübüvvet, haşir ve tevhid hakîkati bahisleri; 10. Söz, 29. Söz; 19. Söz, 19. Mektup; 31. Söz; 25. Söz, 2., 7., 11. ve 15. Şua risalelerinde – ‘Hakîkat-i Muhammediye’yi ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) manevi şahsiyetini de geniş bir şekilde anlatır. Biz burada Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mânevi şahsiyetini meydana getiren ve Risale-i Nur’da dile getirilen üstün vasıflarından bir kısmını derlemeye çalıştık:
Manevi Şahsiyeti Siyer ve Tarihe Sığışmaz
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu mevcudatın: en meşhuru ve düşmanlarının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namlı hikmet sahibi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur’ân’ıyla ışıklandıran [2] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mahiyetinin tamamı ve kemâlâtının hakîkati, siyer [3] ve tarihe geçen hal ve tavırlarına sığışmaz. [4]
Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam, şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı kâinatın tercümanı ve sevgilisi: [5] “Habîbu Rabbi’l Âlemîn”dir. [6] O mübarek Zâtın (a.s.m.) manevî şahsiyeti ve kudsî mahiyeti o derece yüksek ve nuranîdir ki siyer ve tarihte beyan olunan vasıflar, o bâlâ kamete [7] uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor. Refref'e [8] binip, Cebrâil'i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyn’e [9] koşup giden nuranî zâtını hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. [10] O yüce Zâtı (a.s.m.) şu zaman ve muhitin hayallerinden çıkarak zaman ve mekânı aşıp, hayalen Arap Yarımadası’na gidip; Medine-i Münevvere’de, çıktığı nuranî ve yüksek saadet minberinde, insanlara hitaben irşatta bulunurken görmelidir: [11]
O mürşid-i umumî, kudsî hatip cevahir dolu; beyanı, mucize kitabı eline alarak bütün insanlara mele-i a'lâdan [12] inen ezelî bir hutbe okuyor. Ve bütün insanları ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Âlemin yaradılışındaki acip muammayı, kâinatın hikmetinin sırrına dair tılsımı açıyor. Felsefe ve hikmetin, insanlara “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diye sorduğu, akılları acz ve hayrette bırakan üç suale cevap veriyor. [13] O ezelî hutbeyi okuyan Zât (a.s.m.), kâinatın kemalâtını ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz rahmetini keşfetmiş, ilân ediyor; ebedî saadeti haber verip müjdeliyor. [14]
Âhiret inancı, şahsî ve içtimâî insan hayatı ve saadetinin ve kemalâtının esasıdır. [15] Bütün şuur sahiplerinin aşık oldukları saadet diyarı ve âhiret gibi hakîkatler, hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) ve Risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile gerçekleşir. [16]
Asr-ı Saadetteki Büyük İnkılâp
Hâdise-i Muhammediye (a.s.m.), insan nevinin en büyük hâdisesidir. [17] Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir topluluğa, bir kavme, bir kısım dünya siyasetine hükmedenlere veya bir dine; bütün padişahlara ve din mensuplarına tek başıyla meydan okumuştur. [18] Halbuki onun amcası [Ebu Leheb] en büyük düşman ve kavim ve kabilesi kendisine düşmandı. [19]
O zamanda, Arap Yarımadası’nda; o sahralarda, çöllerde âdetlerini muhafazada çok mutaassıp ve kavmiyetçilikte fevkalâde inatçı, kalp katılığı ve merhametsizlikte emsalsiz, hattâ kızlarını diri diri toprağa gömüp öldürürken bile müteessir olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. [20] O nuranî Zât (a.s.m.) kısa bir zamanda o kavimlerin kötü ahlâkını kaldırarak güzel ahlâk ile değiştirmiş, [21] yaptığı inkılâp ve icraatla en bedevî ve en ümmî bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla kısa bir zamanda dünyaya üstat ve hâkim eylemiştir. [22] O Zâtı (a.s.m.) harekete getirip o inkılâpları kendisine yaptıran ancak kudsî bir kuvvettir. [23] Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm ile o asır, insanlığın saadet asrı olmuştur. [24]
Tevhid Bayrağını Kâinatın En Üst Tepesine Dikti
Hz. Muhammed (a.s.m.) tek başıyla bütün dünyaya karşı kelime-i tevhid olan “Lâ ilâhe illallah”ı ilan etmiş, “vahdaniyet”i dava etmiştir. [25] Kâinatça en büyük hakîkat olan ‘tevhid’i [26] ilan davası O’nun (a.s.m.) manevi şahsiyeti olan ‘hakîkat’ini [27] meydana getirir. Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam, “hakîkati”nin esası olan bu dava için:
“Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri, “Lâ ilâhe illallah” kelâmıdır.” [28] demiştir.
Tevhid bayrağını kâinatın en üst tepesi üstünde diken, bütün âleme karşı tevhide ilâncılık eden ve peygamberlerin kapalı bıraktıkları hakîkatleri açıklayan ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. [29]
Varlık dairesinin en büyük hakîkati olan tevhidi bütün mertebeleriyle en mükemmel bir surette Vahdaniyet-i İlâhiyenin en parlak ve en kat’î bir delîli olan O Zât (a.s.m.) ders vermiştir. [30]
Bu kadar garib, acib, güzel kâinat için böyle tarif edici bir hârika mürşit lâzımdır. “Eğer bu zât (a.s.m.) olmasa idi kâinat da olmazdı.” meâlinde olan hadîs-i kudsî [31] bu hakîkati aydınlatır. [32]
Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ın mânevi şahsiyetini meydana getiren davanın bir hakîkati de ‘Lâ ilâhe illallah’ esasına denk tutulan ve onun peygamberliğini ifade eden ‘Muhammedür Resûlullah’ hakîkatidir. [33] Tevhid’i ifade eden “Eşhedü ellâ ilâhe illallah” hakîkati, bütün delilleriyle risâleti ifade eden “Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah” hakîkatini ve O’nun vazifesinin hak, dâvâsının doğru olduğunu isbat eder. [34]
Tevhid davasını ilân etmesi dolayısıyla Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ın risâleti kâinatın en büyük hakîkati ve Zât-ı Ahmediye (a.s.m.), bütün mahlûkatın en şereflisi ve hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) tâbir edilen mânevi şahsiyeti ve kudsî makamı iki cihanın en parlak bir güneşidir. [35]
O’nun (a.s.m.) mânevi şahsiyeti, kâinatın mânevî bir güneşi olduğu gibi, bu kâinat denilen büyük Kur’ân’ın en büyük âyeti ve ism-i âzamı ve Cenâb-ı Hakk’ın Ferd [36] isminin aksettiği en büyük aynadır. [37]
Peygamberliği Kendi Tercihiyle Kabul Etti.
Kâinatıın yaratıcısı, en büyük muallim ve en mükemmel üstat ve şaşırmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber olarak Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tayin etmiş, [38] O Zât da (a.s.m.) kendisine teklif edilen risâlet vazifesini kendi irade ve tercihiyle yüklenmiş ve kabul etmiştir. [39]
Risâlet vazifesini tamtamına yerine getiren odur, bu; onun, manevi şahsiyetinin ehemmiyetini, derecesini ve üstünlüğünü gösterir. [40]
Hikmet sahibi Cenâb-ı Hak, insanlar içinde Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’ı kendine muhatap ve tercüman ve kullarına tebliğci ve imam yapmıştır. [41] Kâinat yaratıcısının, bütün maksatlarının en ehemmiyetli medârı ve bütün konuşmalarının en anlayışlı bir muhatabı insan nevidir. İnsanlar içinde en meşhur, en namlı ve eser ve icraatlarıyla en mükemmel, en muhteşem fert Muhammed Aleyhisselâtü Vesselam’dır. [42] İnsanın kıymetini ve vazifelerini ve kemâlini bildiren en büyük rehber ve en mükemmel insan olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair bütün kemâlâtı ve vazifeleri en mükemmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki nasıl kâinat insan için yaratılmış ve kâinattan maksat ve müntehap [seçilen] insandır; öyle de, insandan dahi en büyük maksut ve en kıymettar müntehap ve en parlak Ehad ve Samed [43] âyinesi, Ahmed-i Muhammed’dir (a.s.m.). [44]
“Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır. Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l hülâsadır [45] ve risalet-i Muhammediye dahi (a.s.m.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur'ân dahi, hayattar [46] hakâikının şehâdetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.
Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek. Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve dünya kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, kıyameti koparacak.” [47]
Kur’an, O’na (a.s.m.) Misafir Oldu.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan kâinatın bütün hakikî ve âlî hakîkatlerinin tercümanı, Hâlik-ı Kâinat'ın bütün kemâlâtının mucize lisanı ve bütün maksatlarının hârika mecmuasıdır, [48] koca kâinatı bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip çevirip, onları yapan sanatkârı tavrıyla ifade ve tâlim eder. [49] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a gelen Kur'ân, Cenâb-ı Hakk’ın tercümanıdır, [50] bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlik’ının hitabı ve hiçbir cihette taklidi ve yapmacığı hissettirecek bir emâre bulunmayan bir konuşmadır. [51]
Kur'ân, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın konuşması ve kelâmı olmayıp kelâmullâhtır; [52] vahiy olup ezelden gelmiş ve O’na (a.s.m.) misafir olmuştur. [53] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kâinat Hâlık’ı hesabına konuşmuş, Allah’ın kelâmını tebliğ etmiştir. [54] Kur'an’a îman, Kur'an’ın Allah'tan indirilmesine îman demektir. [55]
Kur’an-ı Hakimin tercümanı ve tebliğcisi olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’ın Medine-i Münevvere denilen manevi minberinde şahsiyet-i maneviyesi, haşmetiyle görünüp “Lâ ilâhe illallah” hitabını, manen herkese işittirmiş, o izzetli hitabı, insan nevine, bütün ruh ve şuur sahiplerine tebliğ etmiştir. [56] Tebliğ ettiği dini de hârika bir süratle doğudan batıya bütün dünyayı kaplamış, insanların beşte biri kabul etmiştir. [57] O Zâtın (a.s.m.) şu kadar geniş ve büyük saltanatı, yalnız şekilden ibaret bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanatı vardır ki bütün kalpleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri büyülemiştir, kalplere sevgili, akıllara muallim ve nur, nefislere mürebbi [terbiyeci] ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır. [58]
Melek, Cin ve İnsanların Seyyidi
Hz. Muhammed (a.s.m.), Fahr-i Âlemdir - kâinatın kendisiyle iftihar ettiği zâttır- ve ‘Levlâke levlâke lemâ halaktü’l eflâk” [Eğer sen olmasaydın, eğer sen olmasaydın! Kâinatı yaratmazdım.] [59] hitabına mazhardır. [60]
Melek, cin ve insanların seyyidi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm; şu kâinat ağacının en parlak ve en mükemmel meyvesi, İlâhî rahmet ve muhabbetin misali, Hakk’ın ve hakîkatin en nurlu ve parlak delili, kâinat tılsımının anahtarı, yaradılış muammasının kâşifi, âlemin yaradılışındaki hikmeti açıklayan ve İlâhî saltanatın ilancısı ve Rabbin güzel sanatlarının tarif edicisi ve istidatları cihetiyle mevcudattaki kemâlâtın en mükemmel numunesidir. O Zâtın (a.s.m.) şu vasıfları ve mânevî şahsiyeti işaret eder, gösterir ki o Zât (a.s.m.) kâinatın yaradılış gayesidir. Yani, ‘O Zâta (a.s.m.) şu kâinatın Hâlik’ı bakmış, kâinatı halk etmiştir. Eğer onu icat etmeseydi, kâinatı dahi icat etmezdi." denilebilir. Evet, cin ve insanlara getirdiği Kur'ân hakîkatleri ve iman nurları ve zâtında görünen yüce ahlâk ve kemâlât, şu hakîkate kat’î şahittir. [61]
Bütün Ahlâkında En Yüksek Bir Dereceye Sahip
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Kur’an’dan sonra en büyük mucizesi, kendi zâtıdır. Yani onda toplanmış yüksek ahlâkıdır ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyor. [62]
“Kemâlât madeni ve yüksek ahlâk muallimi olan o vahdaniyet ve saadet dellâlı Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın insanlara Cenab-ı Hak tarafından gönderilmesinin “ehemmiyetli bir hikmeti, güzel ahlâkı tamamlamak ve insanları ahlâksızlıktan kurtarmaktır.” [63]
O zâtın bütün yaptıkları, sîreti, tarihçe-i hayatı vesâir halleri onun pek büyük bir ahlâk sahibi olduğunu gösterir. Hatta düşmanları bile onun ahlâkça pek yüksekliğinden dolayı kendisini Muhammed-ül Emin ile lâkaplandırmıştır. [64]
Asr-ı Saadet’te Hz. Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) doğrulukla en üst mertebeye çıkmıştır. Doğruluk anahtarıyla kâinat ve iman hakîkatlerinin hazineleri açılmıştır, bu sırdan dolayı insanlık çarşısında doğruluk en revaçlı bir mal ve satın alınacak en kıymetli bir meta hükmüne geçmiştir. Ve yalan vasıtasıyla Müseylime-i Kezzab [65] gibileri, aşağıların aşağısına inmiştir. Yalan, o zamanda küfrün, inkârın ve hurâfelerin anahtarı olduğunu o büyük inkılâp göstermiş; kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil; herkes nefret etmesi hükmüne geçmiştir. [66] Doğruluk ve imân, ebedî saadet gibi nuranî meyveler vermiştir. [67]
Misilsiz Yüksek İman Sahibi
Hakîkat-i Muhammediye (a.s.m.) hem âlemin yaradılış sebebi, hem neticesi ve en mükemmel meyvesidir. [68] Hz. Muhammed (a.s.m.), bütün insanlar ve mahlûkat namına gönderilmiş ve insan nevinin [Cenâb-ı Hakk’a karşı] en meşhur ve namlı muhatâbıdır, o muhatâbın îmân kuvveti ve genişliği, koca İslâmiyet ağaçını netice vermiş, sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmıştır. [69]
“O Zât (a.s.m.), tek başıyla bütün dünyaya meydan okumuş, İslâmiyeti dünyanın başına geçirmiştir.” [70] Öyle bir dinle ortaya çıkmış ki adâletli kanunlarıyla insanların beşten birisini on dört asırda maddî ve manevî ilerleme içinde idare etmesi misilsiz bir hal olduğu gibi, o Zât (a.s.m.) öyle bir îmanla meydana çıktı ki hadsiz düşmanların ona muhalefeti zerre kadar bir telaş, bir vesvese, bir şüphe vermemesi gösteriyor ki îman kuvvetinde dahi onun emsali yok ve o yüksek îmanı benzersizdir. [71]
Hz. Muhammed (a.s.m.), hayatında ciddî hareketleriyle Hakk'ın kanunlarını ders veren ve samimî fiilleriyle hakîkatin prensiplerini insanlara talim eden ve hâlis ve makul konuşmalarıyla istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün hayatının şahitliğiyle Allah'ın azabından çok korkan ve herkesten ziyade Allah'ı bilen ve bildiren ve yeryüzünün yarısına on dört asırdır kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhret olmuş işleriyle kâinatın hakkıyla medâr-ı iftiharı [72] olan bir zâttır. [73]
Tam Tamına Ubudiyet
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “üstad-ı mutlak, mukteda-yı küll, rehber-i ekmel”dir [mutlak üstat, tam uyulacak olan ve en mükemmel rehberdir]. [74]
Keyfiyet [kıymet] olarak insanların yarısını arkasına alıp Hâlik'ın bütün rububiyetini göstermesine geniş ve tam bir kullukla mukabele eden ve bütün İlahî maksatlarına karşı Kur'ân sûreleriyle kâinata ve asırlara bağıran, ders veren, ilân eden ve insan nev'inin şerefini ve kıymetini ve vazifesini gösteren ve bin mucizesiyle tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm” Hâlik-ı kâinatın “en müntehap [seçkin] mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resûlü”dür. [75]
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm öyle bir kulluk ve ibadet gösterdi ki başlangıcı ve nihayeti birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin en ince esrarını görüp riayet ederek en zor ve sıkıntılı zamanlarda dahi tam tamına kulluk yapması emsalsiz bir haldir. Hâlik’ına karşı öyle dualar, münacat, yakarış ve ricalar yapmış ki bu zamana kadar fikirlerin birbirine katılmasıyla beraber o mertebeye yetişilmemiş. Meselâ: Cevşenü’l Kebir [76] münacatında bin bir esma-i İlahiyeyi şefaatçi ederek Hâlik’ını öyle bir tarzda tarif eder ki emsâli yok. Ve mârifetullahta kimse ona yetişememesi, misli olmayan bir haldir. [77]
Rahmeten li’l âlemîn
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm rahmetin en parlak bir misâli ve temsilcisi ve o rahmetin en açık bir lisanı ve ilâncısıdır. Kur’an’da “Rahmeten li’l âlemîn” [âlemlere rahmet] unvanıyla isimlendirilmiştir. O (a.s.m.), hayat sahibi mücessem rahmet, Rahmet hazînelerinin en kıymetli pırlantası ve kapıcısıdır. [78]
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, insanlara uyulacak imam ve rehber olarak gönderilmiştir; mucizeleri ve hususi halleri dışında fiil, hal ve tavırlarında insanlıkta kalıp, insan gibi âdetullah denilen yaradılış kanunlarına uymuş, O (a.s.m.) da soğuk ve elem çekmiştir. Her bir hal ve tavrında hârikulâde bir vaziyet verilmemiştir. Tâ ki ümmetine fiilleriyle imam olsun, tavırlarıyla rehber olsun, bütün hareketleriyle ders versin; insanlar, içtimâî ve şahsî hayattaki prensipleri ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâl'in emir ve yasaklarına itaate alışsınlar ve hikmetli kanunlarına uygun hareket etsinler. Eğer her davranışında hârikulâde olsa ve mucizelere dayansaydı, o vakit her cihetçe imâm-ı mutlak, rehber-i ekber ve herkese mutlak mürşit olamaz, bütün halleriyle “Rahmeten li’l-âlemîn” olamazdı. [79]
Îmânın Tercümanı
Tevhid, Allah’a îmandır. Allah'a îman; Allah'ın vücuduna îman, âhirete îman, âhiretin gelmesine îman demektir. [80] “Eşhedü ellâ ilâhe İllâllah ve eşhedü enne Muhammede’r Resûlüllah” kelâmı îmânın tercümanıdır. [81] Cenab-ı Hakk'a îman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbûlü ve en istikâmetlisi ve en kısası, şüphesiz Habîbullah'ın (a.s.m.) gösterdiği ve takip ettiği yoldur. [82]
Hakîkat-ı Muhammediyye’nin (a.s.m.) nuru [83] ile bütün kâinatın hakîkatleri aydınlanmıştır. [84] Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir. Yoksa o nur olmasa, kâinat; adem, hiçlik ve yokluk karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virâne ve dehşetli bir matem yeri mahiyetine düşer. [85]
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın insanlara getirdiği hediye îman nurudur. [86] Bütün nimet hazinelerini açmak salahiyetinde olan îman nimetine vesile olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, öyle bir nimettir ki insan nevi ile’l ebed o zâtı (a.s.m.) medhü sena etmeye borçludur. [87]
Hülâsa: Hakîkat-ı Muhammediye’yi (a.s.m.) tevhid ve nübüvvet hakîkatleri meydana getirir. Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ın manevi şahsiyetinin esası onun tebliğ ettiği tevhid hakîkatidir. Tevhidi ifade eden “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka İlah yoktur)” cümlesi; aynı zamanda bu hakîkati insanlara tebliğ eden ve bu tebliğ vazifesini en mükemmel bir şekilde yapan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) şahsiyetinin hakîkatini ve Peygamberliğini, “Muhammedü’r resûlüllah” olduğunu, gösterir.

Dipnotlar :
[1] Şualar, s. 508.
[2] Şualar, s. 125.
[3] siyer: peygamberlerin hayat ve ahlâkından bahseden kitaplara verilen ad.
[4] Mektubat, s. 102.
[5] Mektubat, s.102.
[6] Lem’alar, s. 74.
[7] bâlâ kamet: yüksek boy, yüce beden.
[8] Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Miraç yolculuğunda Sidretü’l Müntehâ’da Cebrâil’i arkada bıraktıktan sonra üzerine binip Kab-ı Kavseyn’e gittiği mânevi binek.
[9] Kab-ı Kavseyn: İki yay uzaklığı. İmkân ve vücup ortasındaki bir yer. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Miraç’ta Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna iki yay uzaklığı kadar yakın olduğu makam.
[10] Mektubat, s. 102, 103, 104.
[11] Mesnevi-i Nuriye, s. 21.
[12] Mele-i a'lâ: Felekler, semâlar. Büyük melekler cemaati. Mele-i a’lâ: En yüksek semâ.
[13] Mesnevi-i Nuriye, s. 21.
[14] Mesnevi-i Nuriye, s. 23.
[15] Gençlik Rehberi, s. 68.
[16] Şualar, s. 496.
[17] Mektubat, s. 173.
[18] Şualar, s. 125.
[19] Mektubat, s. 168.
[20] İşârât'ül İ'caz, s. 65.
[21] İşârât'ül İ'caz, s. 65.
[22] Şualar, s. 125.
[23] İşârât'ül İ'caz, s. 65.
[24] Şualar, s. 125.
[25] Şualar, s. 9, 247, 508; S:484; “Şu zât; bütün kuvvetiyle, bütün hayatında mükerreren ve mütemadiyen ‘Lâilahe İllallah’ der, vahdaniyeti ilân eder.”, bkz: Mektubat, s. 209.
[26] “tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat”, Şualar, s. 241.
[27] Şualar, s. 508.
[28] Şualar, s. 9, 247, 508; S:484; “Şu zât; bütün kuvvetiyle, bütün hayatında mükerreren ve mütemadiyen ‘Lâilahe İllallah’ der, vahdaniyeti ilân eder.”, bkz: Mektubat, s. 209.
[29] Mesnevi-i Nuriye, s. 172.
[30] Lem’alar, s. 308.
[31] Hadîs-i kudsî: Kudsî hadîs, mânâsı Peygamberimiz’e (a.s.m.) vahy veya ilham edilen, sözü kendisinin söylediği hadîs.
[32] Mesnevi-i Nuriye, s. 22.
[33] Şualar, s. 247, 508.
[34] Şualar, s. 508; Lem’alar, s. 308.
[35] Şualar, s. 246-247.
[36] Ferd: Cenab-ı Hakk’ın ferd ismi. Tek, bir, yektâ, eşi benzeri olmayan. Bütün kâinatta birden, tek olarak tasarruf eden Allah’ın ismi.
[37] Lem’alar, s. 309.
[38] Şualar, s. 216.
[39] İşârât'ül İ'caz, s. 49.
[40] Lem’alar, s. 308.
[41] Lem'alar, s. 47.
[42] Lem’alar, s. 309.
[43] Allah’ın Ehad ve Samed isimlerine ayna. Ehad: Bir. Tek; Ehadiyet: Her bir varlıkta Allah’ın kendisine ait birlik tecellisinin, damgasının, işaretinin olması. Samed: Her şeyin kendine muhtaç olup kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan. Samedânî: Samed olan Allah ile alâkalı.
[44] Lem’alar, s. 337.
[45] hülâsatü'l hülâsa: özün özü.
[46] hayattar: hayat, can verici.
[47] Lem’alar, Otuzuncu Lem'a, Dördüncü Remiz’den.
[48] Şualar, s. 37.
[49] Sözler, s. 473.
[50] Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, Dördüncü Esas.
[51] Sözler, s. 472.
[52] Kastamonu Lâhikası, s. 237.
[53] Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, Dördüncü Esas; Mektubat, s. 202.
[54] Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, Dördüncü Esas; Mektubat, s. 202.
[55] İşârât'ül İ'caz, s. 48.
[56] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 250.
[57] Mesnevi-i Nuriye, s. 23.
[58] Mesnevi-i Nuriye, s. 23.
[59] Hadis-i Kudsî.
[60] Şualar, s. 496.
[61] Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, Altıncı Esas.
[62] Mektubat, s. 191.
[63] Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Dokuzuncu Nükteli İşaret, Dördüncü Esas; Mektubat, s. 202; Hutbe-i Şamiye, s. 18.
[64] İşârât'ül İ'caz, s. 107.
[65] Yalancı Müseyleme: Arabistan’da Asr-ı Saadet’te peygamberlik iddia etmiş ve maskara olmuştur. Hicri 11. yılda öldürülmüştür.
[66] Hutbe-i Şamiye, 48 - 49.
[67] Sözler, s. 517.
[68] Şualar, s. 496.
[69] Sözler, s. 472.
[70] Şualar, s. 9, 247, 508; Sözler, s. 484.
[71] Şualar, s. 497.
[72] medâr-ı iftihar: kendisi ile iftihar edilen.
[73] Sözler, s. 195.
[74] Lem'alar, s. 121, Mesnevi-i Nuriye, s. 155.
[75] Şualar, s. 235.
[76] Cevşenü’l Kebir: Büyük zırh. Hz. Muhamme’e (a.s.m.) vahiyle gelen ve en büyük ve en mühim bir münacatın, Allah’a necat –kurtuluş- için yapılan duanın, ismi.
[77] Şualar, s. 497.
[78] Lem’alar, s. 93, 94.
[79] Mektubat, s. 332; Lem'alar, s. 75.
[80] İşârât'ül İ'caz, s. 48.
[81] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 249.
[82] Lem'alar, s. 47.
[83] Sözler, s. 486.
[84] Sözler, s. 484.
[85] Şualar, s. 506.
[86] Sözler, s. 486; 326.
[87] Şualar, s. 634.

 

Günün Hadisi>


Günün Kitabı

Günün Kitabı

Mevlid Kandili ve Peygamber Sevgisi