Eser çok kez Türkçeye çevrilmiştir.
Bunlardan iki çeviriyi yayınlıyoruz.
Çeviri : Sezai Karakoç
"İslam’ın şiir anıtları"ndan"
Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki
birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı
kırmızı..
Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık
gecede
Şimşek mi çaktı?..
Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar
ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe
artar acısı gamı..
Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır
kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi
gözyaşı..
Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze
toprağa?..
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban
Ağacını, Alem Dağını..
Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve
göz çukurları...
Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında
kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..
Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut
hazlarını..
Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın
ki bilseydin,
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden
daha mazurum, beterim hakçası...
Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de
öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat bu derde bir dert de
sen..
Zaten yok sonu yok başı..
Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin
kulakları..
Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan
söylüyorsun” dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın
beyazlığı?..
Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın
bu karanlığı?..
Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi,
karşılayan bile olmadı..
Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım
kendimi ve bu sırrı..
Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık
alanından?..
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler
gibi tıpkı..
Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin
belki içinden..
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da
günahı...
Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen
sütten,
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü
mamayı..
Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya
soldurur hâsılı..
Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli
gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar
koyunları..
Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun
suç ortağı..
Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da
zararlı..
Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar
doldurmuştun vaktiyle..
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma
altı..
Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile
dinleme, deş ve bul püf noktalarını..
Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan
hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne
hısımı!
Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te
tutamadığımız sözlerden..
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini
tıpkı...
Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o
yola bırakmadı..
Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum;
ama o kadar..
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık
arttırmadım onları..
Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya
sünnetini..
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi
ayakları..
Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp
düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı
açlığa sabrı...
Altundan ulu dağlar nefsine sundular da
kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve
gerçek altını...
Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o
dağlarca zarûret..
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki
temizliği, pırıltıyı...
Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir
varoluşu, yokluktan çıkışı?..
Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür-
görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz.
Muhammed’dir başı..
Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy
peygamberliğinde;
“Evet” i tam
evetti, “hayır” ı tam hayırdı...
Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun
merhameti, O’nun şefaati...
Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun
eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam
kurtarıcı...
İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta
üstündür,
öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine
ulaşamadı..
Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
Yağmurundan bir damla su yollamasını..
Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
Kimi ilminden bir nokta,
Hikmetinden bir hareke bir kısmı..
Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,
mükemmel peygamber olunca,
O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan,
insan ören Rabbi..
Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü,
ne çıkacak,
ne eklenecek bir şey vardı...
Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için
dediklerini dememek şartıyla,
Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince
O Hakk Kahramanını..
Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..
Erginliğine yok son ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..
Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile
canlanıp ayağa kalkmalıydı..
Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi
imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık
O’na..
En ufak şüphe bize yaklaşmadı..
O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre
sardı dört yanı..
Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..
İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..
İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu
şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en
güzeli, en hayırlısı..
Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi,
O’nun öncü ışıklarıydı..
Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse
yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla
aydınlatırlar karanlıkları..
Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl
süsledi O’nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler
yüzlülükle benek benek noktaladı..
Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..
Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu
gizli, bir ordu saklı..
O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..
O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı
koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o
toprağı!
Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..
Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
Hoştur doğuşu ve batışı..
O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran,
indiğinin
Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine
cehennem âzabı..
Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları
o gece..
Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı,
çatladı ve dağıldı..
Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..
Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
Dert yuvası başını..
Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
Su aldıkları göle gittiklerinde;
Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
Döndüler elleri boş,
Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..
Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..
Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından
çıkararak karşıladı..
Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de
sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı,
buharlaştı..
Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî
fişeklerini
Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın
sesi ve ihtişâmı..
Kör oldular, sağır oldular, felç oldular,
muştuları duymadılar,
Haberleri almadılar; görmediler korkutuş
yıldırımlarını..
“Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup
ayağa kalkamaz”
Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..
Gökte yıldızların aktığı görülürdü
Ve aynı anda yerde putların devrildiği,
yıkıldığı..
Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala
kaldı..
Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere
saplanmıştı..
Allah dedikten sonra o taşların atılışı
Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından
atılanın çıkışını andırmıştı..
Yemin ederim ikiye bölünen aya,
O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya
karşı!..
Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..
And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki
Işıktan kör oldu bakamadı..
And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve
Sıddık mağaradaydı..
Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler
yoktu ve olamazdı..
Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş
ağını..
Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta
bırakmış uçup durmaktaydı..
Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla
da korur,
Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
onlardan müstağni kılar insanı..
Ve bir örnek daha:
Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi
huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok
ayakları..
Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları...
O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da
oraya gider,
O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge
yapardı..
Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O’na..
O hemen kurtarır bu zavallıyı..
İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan
elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..
Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya
vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..
Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya
durumları..
Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip
anlatışı..
Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını
kurtardı..
Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı
ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay
çıktı..
Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak
vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz
ırmağı..
Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir
âşikârlıkları..
İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte
farksızdır işlenmişi, hamı..
Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın
hârikalar mantığı..
Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan
gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur
öncesi başı..
Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
Son saatten, Addan, İremden haber...
Odur mutlak haberlerin saltanatı..
Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve
hükümleri ebedî olmadı..
Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve
şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok
ihtiyacı..
Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil
ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu
var olmayı..
Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta
tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..
Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden
üstün ve san’atlı..
Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu,
aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe
iyi yapış, sarıl sıkı..
Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem
ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle
çağırmaktır tek şartı..
Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur
pınarı..
Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve
eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve
kâinatlar arası..
Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına
yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki... Ama ya
kıskançlıkları?..
Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin,
göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da,
alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..
Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön
tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..
Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne
büyük işaret ve mûcize,
Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin,
ne büyük Hakk armağanı..
Ne hesabı mümkün, ne kitabı
harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan
onları..
Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir
yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
Alımlı alımlı..
Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe
Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..
Seni öne geçirdi her yerde peygamberler,
resuller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri,
hizmet geleneği icabı..
Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün
insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak
Senin sancağındı..
Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı
yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..
Bütün makamlar geride kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök
ve kale sancakları...
Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..
Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek
başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız
kalabalıksız, hızlı hızlı..
Tayin edildiğin iş nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..
Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne
bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku
bayramı..
Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker
denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun
kahramanları..
Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten
kılıçları..
Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların
örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..
Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca
kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..
Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden,
heybetinden,
Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar
yobazlarını..
Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine
asılı..
Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp
kaçtığı..
Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti,
Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla
yaptı..
Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça
O’nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..
Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan,
onlarla çarpışanlara
“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor,
düşmanlarına sor onları..
Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün
savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
yoksa kendi işinde veba mı?..
Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik
kılıçları..
Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız
bırakmazlardı..
Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse
ağaçlar içinde gül ağacı..
Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca
gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını...
Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur
ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik
tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..
Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan
düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan
karanlığı,
kargadan kartalı..
Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile
uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve
duası..
Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..
Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..
Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı
aydınlığı..
Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken
bilgisi;
O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye
ve ahlâkı..
O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa
sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün
suçlarını..
Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son
hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve,
onlar ipi halkası..
Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir
ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve
pişmanlıkları..
Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..
Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan
imalatçı..
Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na
verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..
Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..
Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok
sözünde duranı..
Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
Sen benim için de: Vay sana!
Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..
Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine
sığınanı..
Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum
günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu,
kurtarıcılar kurtarıcısı..
Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
su tutmaz yalçın dağ uçlarını..
Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda,
zerresinde.Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü
şair Züheyr takımı.
Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana
sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı
vakit kapıyı çaldı mı..
Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter
kurtaran örtün..
Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..
Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan
örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik
yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü
küçüğünden farklı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik
yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü
küçüğünden farklı..
Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar
büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın
acıyışı..
Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana
geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama
hesabımı.
Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte
dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık
olsun dayanıklığı..
Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat
bulutları bir kez daha..
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim
“Selam! Selam” yağmurları..
Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne
bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık,
gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..
Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe
tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri
devecinin şarkıları..
Çeviri : Prof.Dr. Mahmut Kaya
"Kaside-i Bürde'yi Türkçe Söyleyiş"
den.
Hasret ateşine yanmaktan mıdır
Aşkın neşesine kanmaktan mıdır
Selemli dostları anmaktan mıdır
Kanlı gözyaşları akar gözünden
Öyle içlisin ki gören şaşıyor
Dur dedikçe gözyaşları taşıyor
Kendine gel desen kalbin coşuyor
Ağlasan inlesen de yeridir
İnsan değil bu aşk dağlar eritir
Resul haz duyardı gece kalkmaktan
Hakkın huzurunda fazla kalmaktan
Ayaklar şişerdi namaz kılmaktan
Yazık bana yazık aykırı gittim
Onun sünnetine ihanet ettim
Hazreti Muhammed Hakk'ın sesidir
Her iki dünyanın efendisidir
Arap-acem onun bir bendesidir
Zaman o
gül gibi gül görmüş değil
Sen de o güzelin önünde eğil
Bütün nebilerde üstündür elhak
Bir başka özenle yaratmıştı Hakk
Hele bir ilmine keremine bak
Onun kemâline eren olmadı
Daha öylesini gören olmadı
Sîret ve sûreti tamam olunca
Nebîler fihristi hitam bulunca
En sonra o geldi vakit dolunca
Arınıp süzüldü kemâle erdi
Bu sebeple Allah habîbim derdi
Elbet anlatamaz şâir böylesin
Nutku tutulmuştur kalem neylesin
Bırak ta son sözü ilim söylesin
Âdem evlâdının o en hasıdır
Yaratılmışların en âlâsıdır
Gün olur k bir olay gelirse başa
Kesip ümidi düşme telaşa
Kereminden mahrum eder mi hâşâ
Resûl'ün yaktığı meş'ale sönmez
O kapıyı çalan eli boş dönmez

Eserin Arapça Orijinali Mustafa Demirci Tarafından
Muhammed Aşıkları
isimli albümde seslendirilmiştir